Merhabalar, Anadolu'nun İslamlaşma sürecinde önemli bir tarihsel aralığa tekabül eden ve İslam'ın ikinci koşusu olarak adlandırılan 11. ve 13. yüzyıl arasındaki dönemde cereyan eden olaylara dair okuma notlarını paylaştığımız blogumuza hoşgeldiniz.

14 Temmuz 2015 Salı

Kalın Anadoluculuk - LÜTFİ BERGEN *

01:49 Posted by Bedri Münir , No comments
İsmet Özel’in “Kalın Türk” risalesinde, başlık “Türk” ismine vurgu yapsa da, üç mesele yer alıyor: Türklük, Medeniyet, Anadoluculuk. İsmet Özel, “Anadoluculuk” şeklinde bir kavramı telaffuz etmemekle beraber bu akımın içinde. Makalemizin amacı da bu tezin sağlamasını yapmak.

Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin entellektüel zeminde iki kanadı var. Bunlardan biri ulus- devlet tasavvurunu eleştirel zihniyetle ele alan “yeryüzü Müslümanlığı- Ümmetçilik” fikridir. Diğeri de işte yerli düşünce olan Anadoluculuk. Türkiye’de İslamcılık düşüncesinin ilk kanadı, en güzide fikir adamlarının Anadolucu çizgiyi kalınlaştırmasından rahatsız. Oysa bu düşünce eskilerin tabiriyle “nev-i şahsına münhasır”, yenilerin deyişiyle orjinal. Türk denilen şeyin bir kavim olmadığı, Anadolu’da yaşayan ya da Anadolu’dan geçen kavimlerden Müslümanlaşanların oluşturduğu bir “millet” oluşunu ifade ediyor.

Osmanlı’ya Türkçülük fikri Rusya ve Kafkasya’dan geliyor. Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Hüseyinzade Ali Bey üzerinden. Akçura, dinin Türk Milleti’nin teşekkülünde bir unsur olabileceğini, Türklüğün birleşmesine hizmet edebileceğini, İslam’ın Hristiyanlıktaki gibi, “Milliyetlerin doğmasını kabul edecek şekilde değişmesi” gerektiğini, dinlerin ırkların emrine girmesi gerektiğini teklif ediyor. Türk milliyetçiliğinin kaynaklarının Turan’da değil, Anadolu’da bulunduğunu ileri süren Anadoluculuğun çıkışı Turancılığa bir cevap olmuştur. Hatta Turan fikrini “yabancı ideoloji” sayan Anadoluculuk, Anadolu Türkleri ile sınırlı bir “millet” kavramı üzerinden düşünce üretti. “Millet” yani dini olan toplum. Osmanlı hukuk sisteminde millet, din topluluklarını ifade ediyordu. Bu kapsamda bir Çerkez Osmanlı “millet” değildi. Osmanlı tebaası bir Arap da “millet” değildi. Hepsi tek “millet” sayılmaktaydı.

İsmet Özel’in “Anadoluculuk” düşüncesine bağlı bir fikri ifade ettiğini mukayeseli okuma ile ele alacağız. Necip Fazıl ile Nurettin Topçu’dan bir iki örnek vererek, İsmet Özel’in Türkiye’deki “yerli” İslamcılık düşüncesinin gövdesini kalınlaştırdığını iddia etmekteyiz. Son olarak da Kemal Tahir’e değineceğiz.

Necip Fazıl, “Bâbıâli” adlı eserinde der ki: “Halbuki biz, Türk’ü müslüman olduğu için sevecek ve müslümanlığı nispetinde değerlendirecek bir milliyetçilik anlayışı peşindeydik ve bu anlayışa ‘Anadoluculuk’ adını veriyorduk. Bir konferansımızda, 15 yıl sonra söyleyeceğimiz gibi, ‘Eğer gaye Türklükse mutlaka bilmek lâzımdır ki, Türk müslüman olduktan sonra Türktür!’ tezini güdüyorduk” (KISAKÜREK, 2010a: 340- 1). Necip Fazıl’a göre milliyetçilik, menba istikametinde değil mansap istikametinde, yani kendisini tarih planında teşkil eden ırk ve toprak şartlarını geride bırakmış, her türlü ırk ve toprak yobazlığına düşman; belli başlı bir iman, mukaddesat, tefekkür, tahassüs, hayal, hatıra, meşrep, eda, ve lisan birliğinin ördüğü, tek nüshalı ve şahsiyetli bir ruh necsinden ibarettir; mutlak ve müstakil bir vahit temsil eden bu ruh necsinin zarfı da Anadolu’dur (KISAKÜREK, 2010b: 399- 400).

Necip Fazıl’ın bu söyleminin temelleri  Mehmet Halit Bayrı’nın yazı yayınlamaya başladığı Anadolu Mecmuası’nda ifade edilir. Malazgirt Savaşı (1071) ile yeni bir çığır açıldığı söylenir; Turancılığa karşı, Anadolu Milliyetçiliği fikri işlenir. Anadoluculuk, Hilmi Ziya Ülken, Ziyaettin Fahri Fındıkoğlu, Necmettin Halil Onan, Mükrimin Halil, Hamit Sadi Selen, Muhittin Birgen, Memduh Şevket Esendal, Remzi Oğuz Arık, Nurettin Topçu tarafından seslendirilir. Ancak onun “Anadolu İslamcılığı” şeklinde tasavvur edilmesi Necip Fazıl ile Nurettin Topçu’ya nasip olacaktır. Gerçi Necip Fazıl, Topçu ile “ayrı ve aykırı” düştüğünü yazar. Hatta Yunus Emre’yi “kendi vehmi yolunda gördüğü” için eleştirir. Bir de O’nun İslam Sosyalizmi’ne tahammül edemez (KISAKÜREK, 2010a: 338). Ama ne gam. İşte İsmet Özel de Topçu gibi “İsyan” demiştir ve toplumculuğu mesele etmiştir. 

Nurettin Topçu, Necip Fazıl’ın Anadolu’ya yaptığı vurguyu arttırdı: “Bizim milletimiz, Orta Asya’dan kaynayan Türk ırkından çıkmış ve dokuzyüz yıl önce Anadolu’da kurulmuştur. İlmî adı “Anadolu Türkleri Tarihi” olan bu millet, Türk ırkından ayrılan Oğuz boylarının müslüman olarak Anadolu’ya yerleşmeleri ile başlamış oldu. Göçebe olan Türkmen, Anadolu’da toprağa yerleşti; cenkçi iken çiftçi oldu. Şamanlıktan kurtulup İslam’a sığındı. Eski, geri ve iptidai inançlarını bırakarak sonsuzluğun iradesini kazandı” (TOPÇU, 1978: 50). Topçu, İslamcıları eleştirerek Anadolu’nun millet gerçeğini gösterir: “Bu milletin halkını bu toprak yaratmıştır. Bu hakikatten gafil olan memleket çocuğu, zaman zaman soydan ve vatandan ayrı İslamcılık, yine vatan toprağından kaçan Turancılık gibi bedenden ve kalpten ayrılmış sevdalar peşinde koşmaktan yorulmuş, aldanmış ve memleket mukadderatını her bir devirde aldatmıştır (…) İslamcılar, bu memleket çocuğunu yetiştiren emek ve toprağın hakkını inkar ettiler. Coğrafya ile iktisadın milletin iskeleti olduğunu, İslam’ın da ona hayat verici ruh olduğunu, ruhun bedenden, bedenin ruhtan ayrılamayacağını düşünmediler (…) Turancılığa gelince, bu ülkünün daha hareket noktası çürüktü: Turancılar soyu milletle karıştırıyorlardı (…) Turandan bir çok milletler ayrılmış, Türk kavimlerinin bir çoğu da henüz  millet kurmamışlardı, Osmanlı(cı)lar, belli bir insanlığın haklarını isteyen hukuk ve ahlâk davacılarıydı. Namık Kemal ve arkadaşları sanki insansız bir vatan sevgisi ile milletin mazlum bedeninden uzakta bir hürriyet terennüm ettiler” (TOPÇU, 1978: 42- 3).

İsmet Özel, “Kalın Türk” ile selefi olan iki yazarın vurgusunu genişletmektedir. Tıpkı Topçu gibi “İslamcılığı” eleştirir: “Şimdiki fundamentalist Filistin atkısı sarıp molotof kokteyli atıyor, üç parmakla yemek yemiyor. Bence fundamentalizm üç parmakla yemek yemektir, ama başkalarına gerçekten ‘keşke ben de böyle yemek yesem’ dedirtecek tarzda yemektir” (ÖZEL, 2010: 31) diyor. Anadolu halkının Müslümanlaşarak “Millet”e dönüştüğü hususunda da Necip Fazıl ile Topçu’nun söylemini aşan bir zemine ulaşarak der ki: “Türkiye, bütün diğer halkı Müslüman ülkelerden farklı bir yer. Diğer coğrafyalarda İslam’la birlikte bir Araplaşma vardır. Halk, halk olarak yerinde durur, hak dini benimser. Sadece din değiştirmiştir. Halbuki Türkiye, Müslümanlar buraya geldikleri için vatan olmuş bir ülkedir” (ÖZEL, 2010: 40). Halkın Müslüman olması ve toprağın da vatan olması, biri diğerini sağlayan kimliklerdir. İkisinden biri kaldırılırsa kimlik değişir (ÖZEL, 2010: 42).

İsmet Özel, Necip Fazıl ve Topçu’nun vurgularını üç kanıt ileri sürerek sağlamlaştırır: 1) Türkiye İslamî homojenizasyonunu cumhuriyetle birlikte tesis etti. Mübadele ile Türk Hristiyanlar Yunanistan’a verilip, Türk olmayan Müslümanlar Yunanistan’dan alındı. 2) Balkan ve Kafkasya’dan Müslümanlar buraya gavur olmamak için geldiler. Gelenlerin sayısı 12 milyon kadardır: Çerkezler, Abhazyalılar, Dağıstanlılar, Gürcüler, Çeçenler, Boşnaklar, Pomaklar, Arnavutlar. 3) Türkiye Cumhuriyeti etnik İslamcılık yaptı. Çünkü, devlet kadrolarını emanet edeceği unsurları seçerken sadece Müslüman kökenlileri tercih etti. Bu Türkiye’nin İslamî homojenizasyonunda çok büyük rol oynamıştır (ÖZEL, 2010: 43- 45).

Kitabın bir de Medeniyet tezi var. Teze göre Medeniyetler Savaşı, olmamalı. “Zira, Batı Medeniyeti, tek hakim medeniyet, aynı zamanda tek medeniyet” (ÖZEL, 2010: 31). Özel’e göre, İslam Medeniyeti, Sümer Medeniyeti kadar ölüdür. Birisi canlandırmak istiyorsa, bilmeli ki medeniyet inşası genellikle insanların teorik bir çerçeve kurmaları ile sonuçlanır ve dinin de bu teorik çerçeveye girmesini zorlar (ÖZEL, 2010: 35- 36). Bu düşünce kabul edilir veya edilmez; ancak Türkiye’de yeniden bir millet olma ve birlikte yürümeyi başaracak bir olgunluğa ulaşılacaksa, bu milletin dünyaya bir “medeniyet” göstermesi gerekeceği açıktır.

Kitapla ilgili bir iki küçük ayrıntı daha vermek gerekiyor. İsmet Özel kitabın önsözünde Yunus Emre’ye atıf yapıyor: Bezirgânım, metaım yok/ Alana satmaya geldim. Necip Fazıl’ın da Topçu’nun da Yunus Emre’den çok etkilendiği bilinmektedir. Pir Sultan’a değil de Yunus Emre’ye gitmeleri önemli. 

Özel, Sabahattin Eyüboğlu, Azra Erhat, Cevat Şakir’in savunduğu kültür tezini açıkça eleştiriyor. Hititler gibi eski uygarlıklardanız, demenin Anadolu’yu Hristiyan anavatanı kılacağına işaret ediyor. Türkiye’yi zemini İslamiyet olan bir bütünlük şeklinde kavrayarak Mavi Anadoluculuğu tashih ediyor. Ortaya Türk’ten ziyade, sadece “kalın bir Müslüman Anadolu” çıkıyor.

Şimdi Kemal Tahir’e gelelim. Kemal Tahir Türklük meselesinin kavmi değil de iktisadî (tımarla ilgili) olduğu hususunda vurgular yapmıştır. “Osmanlılığı tabakalaşmaktan alıkoyan onun hiçbir millete dayanmamasıdır. Hiçbir millete dayanmayan Osmanlılar için, hangi millette olursa olsun tabakalaşmak ölüm demekti. (Çünkü Osmanlılık yeni bir ırktı) Ancak, millet olmaya gitmesi imkânsız devşirmelerle beslenen bir kadrodan ibaretti. (..) Osmanlı ile Anadolu Türklüğü ayrı bir kategori olduğuna göre” (TAHİR, 1992: 152). “Anadolu’nun 1070’lerde Türkleşmeye başladığını bilirsiniz. Bu Türkleşme, Türklerin Anadolu’ya ezici çoğunlukla gelmelerinden, eski yerleşik halkları silip süpürmelerinden değil, bu halkların her yeni gelen kuvvete, eğer kendi gerçeklerine uygunsa, buna uymaya yatkınlıkları varsa uymalarından meydana gelen bir Türkleşmedir. Yani, birinin ötekini yutması, silip süpürmesi oluşmamıştır. (...) Bu sebepten Anadolu Türklüğünde fizik bakımından olduğu kadar, moral bakımından da çok daha az karışmış Kafkas, Türkistan ve Ortaasya çeşitli Türk topluluklarından önemli ayrılıklar, aykırılıklar vardır” (TAHİR, 1992: 166). Kemal Tahir’in sözlerinin benzeri İsmet Özel tarafından da yıllar sonra yeniden dillendirildi. İsmet Özel de tıpkı Kemal Tahir gibi ırkçı olmakla itham edildi. Marksistler gibi İslamcıların da meseleye aynı zaviyeden bakmaları, Osmanlı’nın değerlendirilme imkanının ıskalanmasına neden oluyor. “Osmanlı sözü etnik değil, politik bir tabirdir” (TAHİR, 1992: 168) diyen Kemal Tahir, İsmet Özel’in de “Türk” kavramını etnik olmaktan çıkarıp politik kullanmasına öncülük etmiş oluyor. “Osmanlılar bu sebeple, devletlerini çok kolay kurdular, sonradan Anadolu Türklüğünü, bilhassa Oğuz Türkmen Boylarını çevrelerine toplayıp idareleri altında tutabilmek için uydurulan Oğuz şeceresini şuurla unutturarak, Asyalı, bürokrat, despot idareyi kurmak için gerekli kadroları önce Arap, Acem, Selçuk, dönme Rum, hatta Yahudi memurlardan devşirmelerden meydana getirdiler (...) Osmanlılık, ne bir kabile federasyonunun meydana getirdiği bir göçebe akını, ne bir yoğun idareci kadronun bir eski devleti ele geçirişi, ne bir din yapıcılar, silahşör dervişler kurumudur. Osmanlılık, Gibbons’un dediği gibi yeni bir ırktır” (TAHİR, 1992: 188). 

Kemal Tahir’e göre Türklük iktisadî bir olgu idi; Osmanlı iktisadî-siyasi modelinin Anadolu’da kendine zemin bulmasının sonucu idi: “Anadolu Türkçülüğünü, ırkçı-Turancı Türkçülükle karıştırmak, çıkmazda debelenerek ölmüş Osmanlı Türkçülüğü- kısacası Osmanlılık yapmaktır. Anadolu Türkleri, Ortaasyalılıkla bütün ilgilerini- fizyolojik ve psikolojik bütün benzerliklerini- yitirmiş yeni bir ırktır” (TAHİR, 1992: 71). Kemal Tahir Osmanlı’nın kavmiyet asabiyetlerine izin vermediğine iktisadî nizamın sürdürülebilirliği açısından delil getirmişti. Bu çerçevede O’nu “Sünni geleneğe bağlı bir Anadolucu” olarak yorumlamak mümkündür. Sanıldığının aksine sünnilik bir itikadî mezhep değildir sadece, bir iktisadî nizam tesisidir. Haçlılara karşı direniştir. Kapitalizmin, bireysel mülkiyetçiliğin karşısında devlet mülkiyetini koymanın ve bununla şehirleri cemaaat haline getirmenin adıdır Sünnilik.

Türkiye’nin tarım temelli iktisadî biçimlenişine yoğunlaştığınızda başka kavramlara yaslanacağınız muhakkak. İslamcılık ideolojisi, kentleşme ve kalkınma yaklaşımlı tezleriyle “Devlet” ve “Düzen-Nizâm” fikrini eleştiriyor. Ancak Müslümanlığı kollektivist bir yaklaşımla ele alamıyor, bireyci ve mülkiyetçi bir iktisadî hayat öneriyor. Onun hukuku anamalcılığa ses çıkarmamış görünüyor. Reddedilemeyecek bir gerçek şu ki, Anadolu tarım toplumu yüzyıllarca hukuk temelinde adalet tesis etmişti. Kırda tımar üzerinde adalet dışı davranışa izin verilmemişti. Tımara girmeyenler her asırda sorundu. Alevi bile olsa tımarda yaşayanlar ise iktisadî manada Sünnî idi. Aslında Anadolu'da Sünnîlik, Alevilik olmadan anlaşılamayacak olandır.

-        KISAKÜREK Necip Fazıl, Bâbıâli, Büyük Doğu Yayınları, 2010a
-        KISAKÜREK Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 2010b
-        ÖZEL İsmet, Kalın Türk, Şûle Yayınları, 2010
-        TAHİR Kemal, Notlar: Osmanlılık/Bizans, Bağlam Yayıncılık, 1992
-        TOPÇU Nurettin, Milliyetçiliğimizin Esasları, Dergâh Yayınları, 1978

0 yorum:

Yorum Gönder