Merhabalar, Anadolu'nun İslamlaşma sürecinde önemli bir tarihsel aralığa tekabül eden ve İslam'ın ikinci koşusu olarak adlandırılan 11. ve 13. yüzyıl arasındaki dönemde cereyan eden olaylara dair okuma notlarını paylaştığımız blogumuza hoşgeldiniz.

21 Haziran 2017 Çarşamba

Anadolu’nun dünü-bugünü içinde Aleviler - HASAN KAYA

05:12 Posted by Bedri Münir , No comments
Anadolu’da birçok uygarlığın oluşturulduğunu, büyük medeniyetlerin var edildiğini biliyoruz. Yazılı tarih gibi insanlığın birçok ilkinin başladığı yer Anadolu’dur.
Mağara ve doğal korunakların dışında ilk yaşam alanlarının yapıldığı, ilk şehirlerin inşa edildiği yer de Anadolu’dur. Anadolu’da doğanın doğal beslenme aracı olmaktan çıkması, tarımsal üretime geçiş, evcil hayvanların yetiştirilmesi çok erken bir dönemde başlamıştır.
Ön Asya’da yaşamış en çok bilinen halklar arasında Asurlar, Hititler öne çıkarlar. Komşu ve yakın coğrafyada güneyde Sümer, Babil, batıda Grek uygarlığının ilk temsilcileri yer alırlarken uzak komşular arasında Hint ve Mısır uygarlığını saymak mümkündür.
Anadolulu halklar arasında Hititler en çok Anadolulu olandır. Anadolu’ya sonra geldikleri sanılan Hititler bu topraklara sahip çıkmış ve geçmişleri ile olan bağlarını bu sahiplenme ile yitirmişlerdir. Nereden geldikleri tam olarak bilinmeyen Hititlerin bu gizemi, onlara değişik kesimlerin sahip çıkmasının da nedeni olmuştur. Ancak bütün sahiplenmelere rağmen Hititlerin Anadolulu olduğuna hiç şüphe yoktur. İnançları ve oluşturdukları kültür henüz bütün yönleri ile bilinmese de, arkeolojik kazılarla ortaya çıkartıldığı kadarıyla bu kültürün ve yaratılan uygarlığın günümüze kadar yaşadığının izlerini görmekteyiz. Hitit kültürünün yaşama direnci ve kalıcılığının sırrı, kendisinden önceki kültürel birikime sahip çıkmasında yatmaktadır.
Hitit öncesi inançların ve kültürel birikimin üzerinde şekillenen Hitit Kültürü ve inançları, gücünü geçmişten alarak günümüze kadar uzanmayı başarmıştır. Özünde hiçbir kültür ve inanç, geçmiş kültürlerden bağımsız, onlardan etkilenmeden var olmaz. Ancak Hititlerin sahiplenmesinin nahif bir biçimi ve kendine özgünlüğü olduğunu da belirtmek gerekir. Onlar kendilerinden önce Anadolu’da yaşamış kültür ve inançları sahiplenirken, özünü bozma yoluna gitmemişlerdir. Bu anlayışı, komşularının ve girdikleri savaşlarda yendikleri hasımlarının kültürleri ve inançları içinde yapmışlardır. Yendikleri hasımlarının tanrılarını başkentlerine taşırken adlarını değiştirmedikleri gibi, duaları da aynı dilde sürdürmeye özen göstermişlerdir.
Nedeni ne olursa olsun, insanlığın var ettiği kültürler birikimine olduğu gibi sahip çıkmak, onu yaşatmak, yaşatırken kendinin kılmak anlamını içeren bu anlayış, son derece ilginçtir. Bugünün değerlendirmesi ile Hititlerin hiçbir kompleksleri olmadığını söylemek mümkündür.
Bu yaklaşım daha sonra bu topraklara egemen olanlar tarafından reddedilmiş, hızla bundan uzaklaşılmıştır. Tekçi, tek renkli ve tek sesli toplumlar yaratılmaya çalışılmıştır. Önce Hıristiyanlık daha sonra İslam ile bu tekçiliğin doruğuna çıkılmıştır. Tek tanrı, tek din merkezli bu inançların egemen olduğu ve resmi devlet dini olarak kabul edildiği duraksamadan başlayan tekçi anlayış, Anadolu’nun dünü ile tüm bağlarını kopartmak istemiş ve Anadolu’nun çok sesli ve çok renkli zenginliği yadsınmıştır.
Ancak geçmişi reddediş bir noktadan sonra olanaksız olmuş ve tüm çabalar bir anlamda boşa gitmiştir. Geçmiş kültürlerin yaşama direnci, tüm inkâr edişleri boşa çıkarmış ve geçmiş kültürler, değişik biçimlerde yeniye eklemlenerek var oluşunu sürdürmüştür.
Dünden bugüne var olan, adını bildiğimiz, bilmediğimiz uygarlıklardan geriye kalan ögenin kültür olduğu ve Kültürün bir toplumdaki davranış biçimlerini, alışkanlıkları, siyaset ve siyaset yapma biçimi ile inançları, geleneği, göreneği ve ahlakı da içerdiği kabul edilir. Bu anlamda kültürden söz ettiğimizde sadece sanatsal yaratımlardan söz etmediğimiz, yaşama dair olan unsurların hepsinden söz ettiğimiz düşünülürse bu yadsımanın olanaksız olduğu da anlaşılacaktır.
Geçmiş kültürlerin yaşama direnci, o kültürlerin etki alanları içinde gördükleri kabul, yaşamı doğrudan etkileyip şekillendirmeleri ile doğru orantılıdır. Etkilemenin siyasal ve askeri güçle oluştuğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildir. Ancak siyasal ve askeri etkileme kısmı, geçici bir etkileme olmaktan öteye geçmez. Kalıcı olan, dünden bugüne, bugünden yarına uzanan halkların yaratığı kültür ürünleri ve kültürel değerlerdir.
Geçmiş kültürlerin bazı unsurları doğrudan günümüze kalırken bazılarının da değişik biçimler altında var olmayı sürdürdüklerini biliyoruz. Bezen hâkim olan kültüre eklemlenerek ve geçmişini içinde saklayarak yaşarlarken, çoğu zaman da kılık değiştirip farklılaşarak varlıklarını sürdürmeye devam ederler. En ilginç olanı ilk çıkış dönemlerinden çok farklı hatta bazen onun tam karşıtı bir anlam ve içerikte karşımıza çıkmalarıdır.
Örneğin; başörtüsü, çıkışı ve sembolize ettiği anlamın çok uzağında durarak var olmaya devam etmektedir. Sümer tapınaklarında tanrılara adanmış yaşamları ile “genel kadının” başını örtmesinden, Hıristiyanlıkta rahibelerin başlarını örten özel kıyafetleri, manastırlarda İsa’ya adanmış yaşamları ve İslam toplumlarında ki “namuslu” kadının başını örtmesi, dünden bugüne tanrılara adanan yaşamların özel giysiler ve örtünme ile sürdürüldüğünü bize göstermektedir. Bu benzerliklerin tesadüfî olduğunu düşünmek ve aralarında hiçbir bağın olmadığını ileri sürmek pek de mümkün gözükmemekte.
Anadolu dününe ait birçok unsuru değişik kılıklarda kitap dinleri içine sokmuş, bu dinlerin bir unsuru olarak yaşamasını sağlamıştır. Hiçbir inancın geçmişi yadsıyarak var olduğu düşünülemez. İnsanlığın, dünü yadsıyan hiçbir inan dizgesi ve düşün sistemi yoktur. Ön Asya, geçmişinden getirdiği zenginliği, var ettiği kültürler, düşünce ve inançlara yurt olmasıyla bugünün şekillenmesini dünü ile etkilemiştir.
Örtünme ve başörtüsü örneğinde olduğu gibi Anadolu’nun dününe ait olan birçok unsuru İslami bir kılık altında günün inançları içinde görmek mümkündür. Örneğin; Anadolu da çok yaygın karşılaştığımız kadınlar ile erkeklerin birlikte sofraya oturmaması ve çoğu yerde kadınların kocalarına adları ile seslenme yerine bir lakap ile seslenmeleri. İslami bir uygulama olarak kabul gören ve bu biçimiyle İslam’ın kadını dışlaması, “eksik” görülmesi anlayışına denk düşen bu uygulamanın İslam ile hiçbir alakası olmadığı gibi ilk uygulandığı biçimi ile kadınların dışlanması ile de ilgili değildir.
Bu noktada Herodotos’a kulak verdiğimizde asıl gerçeği tanıma ve anlama olanağı buluyoruz. İlk adı Anaktoria olan Miletos’u Yunanistan’dan gelen İonialılar yenince, belli yaştaki erkeklerin hepsini öldürür ve onların kızları ve kadınlarını alırlar. Bu kadınlar da ilginç bir şekilde bunun öcünü almak için yeni kocaları ile sofraya oturmaz ve adları ile seslenmezler. Bunu bir yeminle kuşaktan kuşağa sürdürmüş olan kadınların bu davranış biçimi, zaman içinde ilk çıkış nedeni ve anlamını yitirerek günümüze kadar getirmişlerdir.
İlk Çağ Anadolu uygarlıklarının var ettiği mitolojik söylencelerin birçoğu halk arasında yaşamakta ve varlığını değişik biçimlerde sürdürmektedir. Bunun gibi bir döneme damgasını vurmuş anlayışlar da hala yaşamaktadırlar. Anadolu’da İslam’a rağmen hangi inanca ait olduğu hiç sorgulanmadan halkın ziyaret edip, kutsal kabul ettiği onlarca, yüzlerce ziyaretin olması, Alevi inancı içindeki sayısız kutsalın varlığı ile “Hititlerin bin tanrılı halk” olarak tanımlaması arasında bir ilinti olduğunu düşünmek yanlış olmaz.
Hititlerin salt kendi tanrılarına ve kutsallarına saygı göstermediğini, komşularının kutsallarını ve tanrılarını da kutsadıklarını ekledikten sonra, bu geleneğin olduğu gibi Alevilerde devam ettiğini söylemekte hiçbir sakınca yoktur.Aleviler kendi inanç dizgeleri içindeki kutsallara verdikleri değere eş olarak, diğer inançların kutsallarına ve simgelerine de değer verirler. Dört kitabın dördüne de saygı duyar ve peygamberlerin tümüne sahip çıkarlarken, bu dinlerin kutsalları ile çelişmez, aksine onları kendinin kabul ederler.
18. yy da Doğu Anadolu’da daha çok Ermeniler ve Süryaniler içinde misyonerlik çalışması yapan bazı Protestan misyonerler, Aleviler ile karşılaştıklarında Alevilerin her dine hoşgörü ile yaklaşması ve Hristiyanlığın kutsallarına saygılarından dolayı, onları da bilmedikleri bir Hristiyan grup olarak değerlendirip rapor ederler.
Bunun bir benzeri bugün İslam misyonerler tarafından yapılmaktadır. Aleviler arasında İslam’a hoş görülü yaklaşım, bazı İslami sembolleri hiç çekinmeden kullanma, onların İslam içinde görülmesinin asıl nedeni olmaktadır. Bu sığ, Aleviliği anlamaktan uzak değerlendirmelerden kalkarak, bir sonuca varmalar bazen bilerek, bazen de bilmeyerek yapılmaktadır. Nedeni ne olursa olsun bu yaklaşım son duraksamada Aleviliğe zarar vermektedir.
Alevilerin inançlarına eklemlenen, zaman içinde Aleviliğin ve/veya Alevilerin kendine özgü yorumu ile kendinin kıldığı diğer dinlerin ve kültürlerin unsurlarının Alevilikten ayrılması ve dışlanması olanaksızdır. Farklı kültürlerin, inançların yan yana, iç içe yaşamasının doğal sonucu bu etkileşim süreci yaşamaları ve yakınlaşmaları son derece doğaldır. İslami sembollerin Aleviler arasında giderek daha çok kullanılması ve kabul görmesinin bir nedeni bu ise diğer bir neden de devletin ve diyanetin sistemli bir asimilasyon politikası izlemesidir.
Birincisi ne kadar doğal ve kabul edilense diğeri o kadar kabul edilmezdir. Farklı olanların kendi arasındaki mücadelesi eşitler arasındaki bir mücadele ve savaşım olmasıyla bir karşıtlığı içinde taşımasına rağmen çatışmayı uzlaşmaz karşıtlık noktasına taşımaz. Ancak dışarıdan devletin maddi ve manevi gücünü kullanarak bu alana uygulanan her müdahale, sürecin doğallığını sekteye uğrattığı gibi iç barışı da bozar. Birinin diğeri üzerinde egemenliğini öngören bu müdahale, zaman içinde doğal olan mücadeleyi hasım tarafların kavgasına dönüştürür. Bu anlamda “aynılaştırmanın huzuruna” varmak adına bir araç olarak görülen etnik ve dinsel asimilasyon girişimleri, birliğin beraberliğin dinamitlenmesi ile sonuçlanmaya mahkûmdur.
Aleviliğin içinde karşılaştığımız değişik dinlerin ve kültürlerin unsurları üzerinden bir değerlendirme yapmak, kolaycılığa kaçarak Aleviliği oraya buraya mal etmek, Aleviliği bilmemek ve anlamamaktan öte Anadolu’yu ve Anadolu’ya binlerce yıl hâkim olan kültürel birikimi anlamamaktır.
Anadolu değişik kavimlerin gelip geçtiği, yurt edindiği insanlığın en eski yerleşim yeri olmasıyla çok sayıda değişik medeniyete ev sahipliği etmiş, bazen art arda, bazen yan yana, iç içe değişik kültürlerin var olduğu birlikte yaşadığı topraklar olarak bu çok renkliliğine uygun bir yaşam anlayışını şekillendirmiş ve geliştirmiştir. Bu yaşam anlayışının günümüzdeki temsilcisi olan Aleviliğin, değişik dinleri dışlamaması bir yana onlara yakın durması, kendi içinde özümsemiş olması, Alevi hümanizmasının temelini oluşturmaktadır. Farklı olanı “ötekileştirmeyen,” kendi dışındaki her inanç ve kültürle barış içinde yaşamayı öne alan anlayışının temeli de, Anadolu’nun geçmişten bugüne getirdiği zenginliğe sahip çıkma ve Anadolu gerçeğinin bilincinde olma olarak yorumlanabilir.
Nesnel karşılığı olmayan, gücünü ve varlığını hayatın kendisinden almayan düşünceler uzun ömürlü olmazlar. Topluma hâkim olan ve dünden bugüne yaşayan inançlar, düşünceler güçlerini ve var oluşlarını maddi hayatın kendisine borçludurlar. Karl Marx “Din dünyası, gerçek dünyanın yansımasından başka bir şey değildir.” derken bu gerçeğin altını çizmektedir. Alevi inancının ve hümanizmasının temel unsurlarından olan “Yetmiş iki milleti bir gözle görmek” Anadolu gerçeğinin ve tarihinin kısa ve özlü bir özetidir.
Yunus Emre’nin dizelerinde bu çok renkliliğin kişi ve toplumun zenginliği olarak öne çıkarıldığına tanıklık edilirken, Pir Sultan Abdal’da bu çok renkliliği yok etmek isteyen anlayışın fütursuzca saldırıları karşısında savaşçı bir tutum geliştirilir. Çünkü bu çok renkliği yok saymak ve tekçi bir anlayışta buluşma isteği Anadolu’yu bir kargaşa alanına dönüştürmek, yaşamı zora sokmak ile eş anlamlıdır.
Sünniliğin hâkim din, hâkim inanç olarak dayatılması, Sünnilik dışında kalan dinlerin, inançların kargışlanması ile yüz yıllardır bir arada yaşayan insanların birbirilerini hasım/düşman görmeleri için özel çaba içinde olunmuş, birçok katliamın yaşanmasına sebep olunmuştur. Bu tekçi anlayış bir başka yanıyla yan yana, iç içe yaşayan değişik inançların barış içinde birlikte yaşadığı bu topraklara ihanettir.
Dünden bugüne tekçi anlayışların tüm dayatmalarına rağmen çok kültürlü, çok inançlı olma özelliğiyle Anadolu, buna uygun düşen yaşam biçimini şekillendirmiştir. Anadolu’nun geçmişinden getirdiği bu çok sesli, çok renkli yapısı reddedilmeden ve bu zenginlikten vazgeçilmeden tekçiliğe varmak olanaksızdır…




DÖRDÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİ (KİTAP ÜZERİNE DÜŞÜNCE VE ELEŞTİRİLER) - SUAT YALÇIN

03:32 Posted by Bedri Münir , , No comments
Profesör Klaus Schwab, Dünya Ekonomik Forumunun kurucusu ve Davos toplantılarının düzenleyicisidir. Yani Dünyanın patronlarının ve ekonomik ve güç olarak dünyaya yön verenlerin bir araya gelerek hepimizi ilgilendiren konularda politikalar belirlemelerine ve birlikte hareket etmelerine ön ayak olan kişidir diyebiliriz. Kendisi 2016 yılında orijinal adı ‘The Fourth Industrial Revolution’ yani Dördüncü Sanayi Devrimi adlı bir kitap yazıyor. Bizim dilimize 2017 yılında aynı isimle çevriliyor.
Yazar bu kitabı yazmaktaki amacını kısaca şöyle tanımlıyor.
Bu kitabı yazmadaki amacım dördüncü sanayi devriminin ne olduğu, neler getireceği, bizi nasıl etkileyeceği ve onu ortak yarara yönlendirmek için neler yapılabileceği hakkında bir başlangıç metni sunmaktır. Bu kitap geleceğe ilgi duyanlar, kendilerini bu devrimci değişimin fırsatlarını dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için kullanmaya adamış insanlar içindir.
Başlıca üç amacım var:
§  Teknolojik devrimin ve onun çok yönlü etkisinin kapsam ve hızı konusunda farkındalığı artırmak,
§  Teknolojik devrim hakkında düşünmek için, çekirdek meslekleri ve olası tepkileri aydınlatan bir çerçeve oluşturmak,
§  Teknolojiyle ilgili meseleler hakkında kamu özel sektör işbirliğini ve partnerliğini esinlendirecek bir platform sunmak.
Her şeyin ötesinde bu kitap, teknoloji ile toplumun nasıl bir arada var olduğunu vurgulamayı amaçlıyor. Teknoloji üzerinde herhangi bir kontrolümüz olmayan dışsal bir kuvvet değildir. ‘Kabul et ve birlikte yaşa’ ile ‘reddet ve onsuz yaşa’ arasında ikili bir tercih arasında kısıtlanmış değiliz. Bunun yerine, dramatik teknolojik değişimi kim olduğumuz ve dünyayı nasıl gördüğümüz üzerinde derinlemesine düşünmek için bir davet olarak almalıyız. Teknolojik devrimden nasıl yararlanacağımız üzerinde ne kadar çok düşünürsek kendimizi ve bu teknolojilerin içerdiği ve mümkün kıldığı temelde yatan sosyal modelleri o kadar daha iyi inceleyebilir ve bu devrimi dünyanın durumunu iyileştirecek tarzda biçimlendirme fırsatına o kadar çok sahip olabiliriz.” [1]
Bu şekilde bir giriş yaptığı kitabını üç bölüm halinde düzenliyor. Birinci bölümde bu dördüncü sanayi devrimi diye tarif ettiği şeyin ne olup olmadığına genel bir bakış atıyor. İkinci bölüm dönüştürücü teknolojilerle ilgili, son bölümü ise bu devrimin etkisi ve toplumlardaki meydana getirdiği meydan okumalara ve direnişlere ayırarak bitiriyor.
Evet, önümüzde gerçekten devasa bir değişim bizi bekliyor ve bu değişim öyle görünüyor ki dünyayı bambaşka bir yere çevirecek ve şu andaki bütün paradigmaların yıkılıp yerine yenilerinin gelmesi öyle eski değişimler gibi çok fazla sürmeyecek gibi görünüyor.
Kitaba öncelikle tarihsel bir bağlamla giriyor ve insanlığın yaşadığı iktisadi devrimleri anlatarak devam ediyor.
Yaşam tarzımızdaki ilk büyük değişimin, avcılık ve toplayıcılıktan tarıma geçiş yaklaşık 10.000 yıl önce meydana geldiğini söylüyor. Bunu mümkün kılanın hayvanların ehlileştirilmesi olduğunu ilave ettikten sonra,  tarım devrimi, üretim, taşımacılık ve iletişim amacıyla hayvan emeğini insan emeğiyle birleştirildiğini, bununla birlikte gıda üretiminin yavaş yavaş iyileşerek nüfus artışını desteklediğini ve daha geniş insan yerleşimlerini mümkün kıldığını belirtiyor. Bu da sonunda kentleşmeye ve şehirlerin yükselmesine yol açtı diyor.  Oradan doğruca sanayi devrimine geçiş yapıyor. Aslında onun öncesinde insanlığın büyük göçler sonunda demografik değişim, fetihler ve savaşlar sonucunda oluşan coğrafik değişim, kıtaların keşfi, tefeci bezirganlığın, ticaretin aslında gidilebilen her yerde yapılmaya başlanması, sermaye birikimi, sömürgecilik, yağmacılık gibi aşamaları hiç bahis konusu yapmadan doğrudan aşarak, 18 yüzyıldaki sanayi devrimine bir geçiş yapıyor.
“Tarım devrimini 18. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren gündeme gelen bir dizi sanayi devrimi izledi. Bu süreç kas kuvvetinden mekanik kuvvete geçişi getirdi ve nihayetinde bugün dördüncü sanayi devrimiyle gelişkin bilişsel gücün insan üretimini artırdığı yere vardı.” [2]
“İlk sanayi devrimi yaklaşık olarak 1760’tan 1840 dolaylarına kadar sürdü. Devrim demiryollarının inşası ve buhar makinesinin devreye girmesiyle mekanik üretime öncülük etti. 19. Yüzyıl sonları ile yirminci yüzyıl başlarında ivme kazanan ikinci sanayi devrimi elektriğin ve montaj hattının sağladığı destekle seri üretimi mümkün kıldı. Üçüncü sanayi devrimi 1960’larda başladı. Yarı iletkenlerin, ana bilgisayarların, (1960’lar), kişisel bilgisayarların (1970’ler, 1980’ler) ve internetin (1990’lar) katalizörlüğünde geliştiği için genellikle bilgisayar devrimi ya da dijital devrimi olarak anıldı.”[3]
Şu anda dördüncü sanayi devriminin eşiğinde olduğumuzu ve onunda 2000’li yıllarla beraber başladığını söylüyor.
“Onu; çok daha yaygın ve mobil bir internet, ucuzlayan daha küçük ama daha güçlü sensörler ve yapay zeka ile makine öğrenmesi karakterize ediyor.[4]
Burada çok önemli bir vurgu yapıyor. Diyor ki şu anda, “Yaklaşık 1.3 milyar kişinin hala elektrik erişimine sahip olmadığı dünyamızda ikinci sanayi devrimi toplam nüfusun ancak %17’si tarafından tam olarak yaşanmaktadır. Aynı şey üçüncü sanayi devrimi içinde geçerlidir. Dünya nüfusunun yarısından daha fazlası, çoğu gelişmekte olan ülkelerde yaşayan 4 milyar insan internet erişimine sahip değildir.”
Bütün bu göstergelere rağmen bu devrim bütün bir dünyada çok hızlı bir şekilde yayılabilecek bir potansiyele sahip çünkü dijital ve enformasyon üzerinden yürüyor, yüksek yatırım sermayesi istemiyor ve kişisel olarak insanların kendini eğitmesi sonucu, çok rahat adapte olabileceği bir dünya önümüzde duruyor.
“Dördüncü Sanayi devrimi sadece akıllı ve bağlantılı makine ve sistemlerle ilgili değildir, kapsamı çok daha geniştir. Gen dizilemeden, nano teknolojilere, yenilenebilir enerjilerden, kuantum bilgi işleme bir dizi alanda eşzamanlı ileri atılım dalgaları yaşanıyor. Dördüncü sanayi devrimini diğer devrimlerden temelden farklı kılan işte bu teknolojilerin iç içe geçip kaynaşması fiziksel, dijital ve biyolojik alanlarda karşılıklı etkileşimidir.”[5]
AVANTAJ VE DEZAVANTAJLAR
“Bugün herkes tarafından bilinen Airbnb, Uber, Alibaba vb. ezber bozucuların daha birkaç yıl önce adını bile duyan yoktu. İlk kez 2007’de piyasaya sürülen akıllı telefon sayısı 2015 yılı sonunda tüm dünyada 2 milyar dolayındaydı. 2010 yılında Google tamamen otomatik ilk özerk arabasını ilan etti. Bu tür araçlar yolların bir gerçekliği haline gelecek.”[6]
“İkinci Makine çağı adlı kitaplarında Brynjolfson ve McAfee bilgisayarların, birkaç yıl içinde hangi aplikasyonların kullanılabileceğini öngörmemizin gerçekten mümkün olmadığı kadar marifetli olduğunu ileri sürüyorlar. Yapay Zeka, sürücüsüz otomobil ve dronlardan sanal asistanlara ve çeviri yazılımlarına kadar birçok şeyle bizi çepeçevre sarmalıyor. Bunlar hayatlarımızı dönüştürüyor. Yapay zeka, bilgi işlem gücündeki üstel artışların ve yeni ilaçların keşfinde kullanılan yazılımlardan kültürel ilgilerimizi tahmin eden algoritmalara kadar çok geniş veri erişilebilirliğinin getirdiği ivmeyle etkileyici bir ilerleme gerçekleştirdi. Bu algoritmaların çoğu dijital dünyada bıraktığımız ‘ekmek kırıntıları’ gibi iz verilerden öğreniyor. Bunun getirdiği makine öğrenmesinin yeni türleri ve otomatik keşif sayesinde zeki robotlar ve bilgisayarlar kendi kendilerini programlayıp ilk ilkelerden optimum çözümler bekliyor.” [7]
Bize aynı zamanda daha önceki dönemdeki sermaye birikimi ve bunun karşılığındaki işgücü ile bugünün değerlerini karşılaştırarak çarpıcı sonuçları gözler önüne seriyor.
“1990’da Detroit’teki en büyük üç şirketin birleşik piyasa değeri 36 milyar dolar, toplam gelirleri 250 milyar dolar ve toplam çalışan sayısı 1.2 milyondu. 2014 yılında silikon vadisindeki en büyük üç şirketin toplam piyasa değeri, 1,09 trilyon dolar, yaklaşık aynı miktarda gelir üretiyorlardı 247 milyar dolar ve on kat daha az çalışanla 137.000 kişi.”[8]
Önümüzdeki dönemde eşitsizliğin giderek daha da artabileceğini söylüyor.
“Dördüncü sanayi devriminin yarattığı tehditler daha çok arz tarafında, çalışma ve üretim dünyasındadır. Son yıllarda gelişmiş ülkelerde emeğin payı oldukça önemli bir düşüş gösterdi. Sonuçta dördüncü sanayi devriminden en çok yararı sağlayanlar entelektüel ya da fiziksel sermaye sağlayıcılar oluyor, inovasyoncular, yatırımcılar ve hissedarlar. Bu emeklerine dayananlar ile, sermaye sahipleri arasındaki zenginlik farkının gittikçe büyümesini açıklamaktadır. Aynı zamanda gerçek gelirlerinin yaşamları boyunca artmayacağından ve çocuklarının kendilerinden daha iyi bir yaşam sürdüremeyeceğinden emin olan birçok işçinin yaşadığı hayal kırıklığının da sebebidir.”[9]
ÖNÜMÜZDEKİ DÖNEMİN İTİCİ KUVVETLERİ
§  Fiziksel
§  Dijital
§  Biyolojik olarak üç bölüme ayırıyor.

Fiziksel trendleri; Özerk taşıtlar, 3D yazıcılar, İleri Robotik ve Yeni malzemeler şeklinde dört bölüme ayrılıyor. Burada sadece şunu ifade edeyim bütün bu trendler devreye girip geliştirildiği anda bütün yaşam biçimi bambaşka bir hal alacak gibi görünüyor.
Dijital trendler:  “Tom Goodwin Mart 2015’te TechCrunch’da yayınlanan makalesinde şöyle yazıyordu. “ Dünyanın en büyük taksi şirketi olan Uber hiçbir araca sahip değil, dünyanın en popüler medyasının sahibi Facebook hiçbir içerik yaratmıyor, en değerli perakendeci olan Alibaba’nın hiç stoğu yok, dünyanın en büyük konaklama sunucusu olan Airbnb’in hiçbir gayrımenkulu yok.”[10]
Biyolojik Trendler: İnsan Genomu projesinin tamamlanması 10 yıldan fazla bir süre ve 2,7 milyar dolarlık bir maliyet gerektirmişti, ama bugün bir genomun dizilimi birkaç saat içinde ve bin doların altında bir maliyetle çıkarılabiliyor. Bilgi işlem gücündeki ilerlemelerle bilimciler artık deneme yanılma yöntemiyle ilerlemek zorunda değiller.
DÖRDÜNCÜ SANAYİ DEVRİMİNİN POTANSİYEL ETKİLERİ
Daha sonraki bölümde dördüncü sanayi devriminin ekonomi, iş hayatı, devletler ve ülkeler, toplum ve bireyler üzerindeki potansiyel etkilerini tasvir ve analiz ediyor.
Ekonomi üzerinde çok büyük etkiler yaratacağını söylüyor ve bunu da üç bölümde inceliyor. Büyüme, üretkenlik ve istihdam.
Büyüme konusunda iki görüş var, birincisi dijital devrimin kritik katkılarının çoktan gerçekleşmiş ve üretkenlik üzerindeki etkisinin neredeyse sona ermiş olduğunu öne süren karamsarlar ile teknoloji ve inovasyonun bir kırılma noktasında bulunduğunu ve kısa bir süre içinde üretkenlik ve ekonomik büyümede yeni bir yükseliş dalgasını başlatacağını öne süren iyimserler olduğunu söylüyor. 2008 yılındaki krizden önce yıllık büyüme oranı %5 civarında iken yoksulluğun üzerindeki baskının 10-15 yıl içinde rahatlayacağını ifade eden yazar, bu krizden sonra büyümenin %3-3.5 bandına oturduğunu bununda yoksullar üzerindeki iyileşmenin en iyimser tahminle 36 yıldan az bir süre olmayacağını söylüyor.
Yaşlanmanın dünya çapında bir gerçek olduğunu bunun sadece gelişmiş ülkelerle sınırlı olmadığını, bunun da büyüme üzerinde negatif bir etki gösterdiğini söylüyor.
“Emek üretkenliğinin 1947 ile 1983 arasında %2.8 ve 2000 ile 2007 arasında %2.6 arttığı ABD’yi ele alalım. Bu ülkede emek üretkenliği 2007 ile 2014 arasında sadece %1.3 arttı. Yıllık büyümenin %1.4 olduğu 1995 ile 2007 arasındaki döneme kıyasla önemli bir düşüştür bu. Gerçek faiz oranlarının %0 dolaylarında gezindiği son 5 yıl içinde en büyük 50 Amerikan şirketinin 1 trilyon dolardan daha fazla nakit varlığı ellerinde toplamış olduğu düşünülürse, ölçülen üretkenlikteki bu düşüş özellikle endişe vericidir.”[11]
İstihdam konusunda ise şu anda çok da iç açıcı şeyler söylemiyor aksine bu teknolojik gelişimin işsizliği körükleyebileceğini anlatıyor.
“Teknolojinin istihdam üzerindeki iki karşıt etkisini anlamamız gerekir. Birinci olarak teknolojinin körüklediği bozulma ve otomasyon emeği sermayeyle ikame edip işçileri işsiz kalmaya ya da becerilerini başka yerde değerlendirmeye zorladıkça yıkıcı bir etki ortaya çıkıyor. İkinci olarak bu yıkıcı etkiye geliştirici bir etki eşlik ediyor, yeni ürün ve hizmetlere olan talep artarak yeni mesleklerin, işlerin, hatta sektörlerin ortaya çıkmasını getiriyor.”[12]
“Mutlu sona inananlar teknoloji tarafından işsiz bırakılan işçilerin yeni işler bulacağı ve teknolojinin yeni bir refah dönemi başlatacağını ileri sürüyor. Karşı tarafta onun yığınsal teknolojik işsizlik yaratarak artan ölçüde sosyal ve politik bir mahşere götüreceğine inananlar var.”[13]
Sonra bu etkileşimin negatif etkilerini nasıl daha aza indirmeliyiz diye düşünmemizi salık verirken aslında aynı olumsuzlukları ilave ediyor.
“ABD’de toplam istihdamın %47’sinin muhtemelen gelecek on ya da 20 yıl içinde, risk altında olduğu sonucuna varıyor. Bu ise çalışma yerlerinin ortadan kalkmasının önceki sanayi devrimlerinde işgücü piyasalarındaki değişimlerde yaşananlara kıyasla çok daha geniş çaplı ve hızlı bir şekilde yol alacağına işaret ediyor. Ek olarak bu trend işgücü piyasalarında daha büyük kutuplaşmalar yönündedir. İstihdam yüksek gelirli bilişsel ve yaratıcı işlerde ve düşük gelirli el işlerinde artacak ama orta gelir düzeyindeki rutin ve tekrarlanan işlerde büyük ölçüde azalacaktır.” [14]
Beceriler üzerindeki etkisi meselesine gelince,
Gelişkin algoritmalar özgül okur kitlelerine uygun herhangi bir stilde anlatılar yaratabiliyor. İçerik o kadar insan hissi vermektedir ki New York Times gazetesi tarafından geçenlerde yapılan bir testte insanlar benzer iki ayrı yazıyı okurken hangisinin insan bir yazar tarafından yazıldığını hangisinin bir robotun ürünü olduğunu keşfedememişti. 2020’lerin ortalarında haberlerin %90’nının bir algoritma tarafından ve çoğu insan müdahalesi hiç olmadan( kuşkusuz algoritmanın tasarımı dışında) üretilmesi mümkün olacaktır.”[15]
Kadın istihdamında otomasyonun artması sonucu giderek daha fazla işsizlik olması söz konusu,
“Buradaki kilit bir mesele farklı teknik yetenekler gerektiren rollerin zaman ve çaba bakımından nispi getirisidir. Çünkü kişisel hizmetlere ve şu anda kadın ağırlığında olan diğer çalışma kategorilerine düşük değer biçilmesi riski söz konusudur. Öyle olursa dördüncü sanayi devrimi erkek rolleri ile kadın rolleri arasındaki ayrışmayı daha da arttırabilir. Bu gerek genel eşitsizliği gerekse toplumsal cinsiyet uçurumunu arttıracağı ve kadınlar için geleceğin işgücü içinde kendi yeteneklerini kullanmayı daha da zorlaştırabileceği için dördüncü sanayi devriminin olumsuz bir sonucu olabilir.”[16]
GELİŞMEKTE OLAN EKONOMİLER ÜZERİNDEKİ ETKİSİ
“Tehlike dördüncü sanayi devriminin kazanan hepsini alır dinamiğinin gerek ülkeler arasında gerekse ülkeler içinde etkili olması sonucunu getirmesidir. Kamu ve özel sektör liderleri, insanları onların yaşamlarını iyileştirmek için güvenilir stratejiler uygulamakta olduklarına inandıramazlarsa, sosyal huzursuzluk, yığınsal göçler ve şiddet eylemleri yoğunlaşabilir ve gelişmenin bütün aşamalarındaki ülkeler için riskler yaratabilir.”[17]
Çalışmanın doğası ile ilgili olarak daha esnek daha bağımsız belki de kendi işini yapacak bir dönem var önümüzde ama sosyal güvenlik sistemlerinin neredeyse sıfırlanacağı bir dönemle de karşı karşıyayız.
“Amacın önemi Teknoloji insanların çoğunun arzu ettiği gibi daha büyük verimlilikleri mümkün kılıyor. Ama insanlar gene de sadece bir sürecin parçası olmadıklarını, kendilerinden daha büyük bir şeyin parçası olduklarını hissetmek istiyorlar. Karl Marx uzmanlaşma sürecinin hepimizin çalışmada aradığı amaç duygusunu zayıflatacağı endişesini dile getirmişti. Buckminister Fuller aşırı uzmanlaşmanın isteklerinin “ geniş bantlı akort aramalarını devre dışı bırakacağı ve böylece daha güçlü genel ilkelerin keşfini sürdürmeyi engelleyeceği” uyarısını yapmıştı. Sınırların kalkmakta ve özlemlerin değişmekte olduğu bir dünyada insanlar sadece çalışma- yaşam dengesi istemekle kalmıyor aynı zamanda uyumlu bir çalışma-yaşam bütünleşmesi arzu ediyor. Ben çalışmanın geleceğinde sadece bir azınlığın böyle bir tatmin olanağına sahip olacağından endişe ediyorum.” [18] diyor.
ŞİRKETLER ÜZERİNDEKİ ETKİLER
§  Müşteri beklentileri değişiyor.
§  Veri, ürünleri iyileştiriyor, buda varlık üretkenliği arttırıyor.
§  Şirketler işbirliğinin yeni biçimlerinin önemini öğrendikçe yeni partnerlikler oluşuyor.
§  Operasyon modelleri yeni dijital modeller haline geliyor.

Dijital, fiziksel ve biyolojik boyutları birleştirme yeteneğine sahip olan şirketler çoğu zaman bütün sektörleri ve bağlantılı üretim, dağıtım ve tüketim sistemlerini bozmayı başarabiliyorlar.
“Neredeyse bütün sektörlerde dijital teknolojiler, ürün ve hizmetleri birleştirmenin yeni bozucu yollarını yarattılar ve süreç içinde sektörler arasındaki geleneksel sınırları çözdüler. Otomotiv aleminde, otomobil şimdi tekerlekli bir bilgisayardır. Araba maliyetinin yaklaşık %40’ını elektronik temsil etmektedir. Apple ile Google’ın otomotiv piyasasına girme kararı bugün bir teknoloji şirketinin otomobil şirketine dönüşebileceğini gösteriyor. Gelecekte değer elektroniğe kaydıkça, kendi başına teknoloji ve yazılım lisanslamanın imalata kıyasla stratejik olarak daha yararlı olduğu  kanıtlanabilir.”[19]
Dördüncü sanayi devrimi şirketlere varlıkların ve kaynakların kullanım çevrimlerini genişletme, kullanımlarını çoğaltma ve malzemeleri ve enerjiyi daha başka kullanımlar için onarma ve yeniden amaçlandırma imkânı verecek, süreç içinde emisyonu ve kaynak yüklerini azaltacaktır.
ULUSAL VE KÜRESEL
HÜKÜMETLER
Hükümetler adaleti, rekabet gücünü, dürüstlüğü, kapsayıcı fikri mülkiyeti, güvenlik ve güvenirliliği korumak için, iş dünyası ve sivil toplumla işbirliği içinde kendi kurallarını denetim ve denge sistemlerini yaratmak zorundadır.
“Bu konuda iki kavramsal yaklaşım söz konusudur. Birincisinde sarih olarak yasaklanmamış olan her şey serbesttir. İkincisinde sarih olarak izin verilmemiş her şey yasaktır. Hükümetler bu iki yaklaşımın harmanını yapmak zorundadır. İşbirliği yapmayı ve uyarlamayı öğrenmek, bir yandan da insanın bütün kararların merkezinde yer almaya devam etmesini sağlamak zorundadırlar.”[20]
ULUSLARARASI GÜVENLİK
“Dördüncü sanayi devrimi güvenlik tehditlerinin karakterini değiştirecek ve aynı zamanda coğrafi olarak ve devletlerden devlet dışı aktörlere doğru gerçekleşmekte olan güç kaymalarını etkileyecektir. Daha şimdiden artan ölçüde karmaşık hale gelmiş olan bir jeopolitik manzarada devlet dışı silahlı aktörlerin yükselişi koşullarında kilit uluslararası güvenlik tehditleri çevresinde bir ortak platform oluşturma perspektifi kritik bir meydan okuma haline gelmektedir.”[21]
ÇATIŞMANIN DEĞİŞEN DOĞASI
Modern çatışmaların artan ölçüde melez bir nitelik kazandığını söylüyor. Geleneksel muharebe sahası teknikleri önceleri daha çok devlet dışı silahlı aktörlerle bağlantılandırılan unsurlarla birleşiyor. Ne var ki teknolojilerin artan ölçüde öngörülemez şekillerde iç içe geçmesi, devlet ve devlet dışı silahlı aktörlerin birbirlerinden öğrenmesiyle söz konusu değişimin potansiyel boyutları henüz geniş olarak değerlendirilemiyor.
SİBER HARP
Siber mekan yeni bir angajman alanı haline geliyor. Hiçbir modern hasım düşmanın sensörlerini, iletişimini ve karar alma kapasitesini bozma, karıştırma ya da tahrip etme dürtüsüne karşı koyamayacaktır. Askeri sistemlerden sivil enerji kaynakları, elektrik ve su şebekeleri, sağlık ya da trafik kontrolleri gibi sivil alt yapılara kadar herhangi bir ağ ya da bağlantılı cihaz hacklenebilir ve saldırılara hedef olabilir. Siber harp suç eylemlerinden, casusluğa ve (çok yeni ve karşı koyması çok zor olduğu için büyük ölçüde küçümsenen ya da yanlış anlaşılan) Stuxnet gibi yıkıcı saldırılara kadar farklı biçim alabilir diyor.
ÖZERK SAVAŞ
Askeri robotların ve yapay zekâ güdümlü otomatik silahların da dâhil edilmesiyle özerk savaş geleceğin çatışmalarında dönüştürücü bir rol oynamaya aday olan bir “robo-savaş” perspektifini ortaya çıkarıyor. Gelecekte su yatakları ve uzayda muhtemelen artan ölçüde militarize olacaktır.
KÜRESEL GÜVENLİĞİN YENİ CEPHELERİ
Nöroprotez gibi nöroteknolojiler daha şimdiden tıbbi problemleri çözmek için kullanılıyor, ancak gelecekte bunlar askeri amaçlar içinde uygulanacaktır. Beyin dokusuna bağlı geliştirilmiş bilgisayar sistemleri felçli bir hastaya robotik bir kol ya da bacağı kontrol etme imkanı veriyor, ancak aynı teknoloji biyonik bir pilotu ya da askeri, yönlendirmede de kullanılabilir. Alzheimer hastalığının koşullarını tedavi için tasarlanan beyin cihazları anıları silmek ya da yeni anılar yaratmak için askerlerin beynine yerleştirilebilir. “Sorun devlet dışı aktörlerin nörobilimsel teknik ya da teknolojilerin şu ya da bu biçimini kullanıp kullanmayacağı değildir. Soru ne zaman ve hangilerini kullanacaklarıdır.” diyor, Georgetown Üniversitesi Tıp merkezine etik uzmanı olan James Giardano “Beyin bir sonraki muharebe sahasıdır.”[22] şeklinde çok önemli bir tespit yapıyor.
TOPLUM
Dördüncü sanayi devrimi, kendi temel değerlerini savunan derin dini toplumlarla, inançları daha seküler olanlar tarafından biçimlenen toplumlararasındaki mevcut gerilimleri daha da alevlendirebilir. Küresel işbirliğine ve istikrara yönelik en büyük tehlike ilerlemeye karşı ideolojik motivasyonlu şiddet yoluyla mücadele veren radikal gruplardan gelebilir.
Eşitsizlik ve Orta Sınıf
“Bugün, dünya gerçekten çok eşitsiz. Credit Suisse’nin 2015 küresel zenginlik raporuna göre, dünyadaki varlıkların yarısı şu anda küresel nüfusun en zengin %1’i tarafından kontrol edilirken, küresel nüfusun diğer yarısı hep birlikte küresel zenginliğin %1’inden daha azına sahip bulunuyor.  Ekonomik işbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün belirttiğine göre OECD ülkelerindeki nüfusun en zengin %10’luk bölümünün ortalama geliri en yoksul %10’un gelirinin yaklaşık dokuz katıdır. Ayrıca bütün gelir gruplarında hızlı büyüme yaşanmış ve yoksulluk içindeki insanların sayısında büyük azalmalar sağlanmış olmasına rağmen, birçok ülkede iç eşitsizlik artmaktadır. Örneğin Çin’in 1980’lerde yaklaşık 30 olan gini indeksi 2010’da 45’in üzerine çıkmıştır.”[23]
“Richard Pickinson ile Kate Pickett’in daha fazla eşitlik toplumları Niçin Daha Güçlü Kılar adlı kitaplarında ortaya koydukları veriler şunu gösteriyor: Eşitsiz toplumlar daha çok şiddet barındırıyor, hapishanelerinde daha çok insan var, akıl hastalığı ve obezite düzeyleri daha yüksek, buna karşılık yaşam beklentisi ve güven düzeyleri daha düşük. Yazarlar aynı zamanda ortalama gelirleri inceledikten sonra şunu bulmuşlar; Daha eşit toplumlar daha yüksek çocuk esenliği düzeylerine, daha düşük stres ve madde kullanım düzeylerine ve daha düşük bebek ölümlerine sahip” Başka araştırmacılar yüksek eşitsizlik düzeylerinin ayrışmaları artırdığını ve çocukların ve gençlerin eğitim sonuçlarını kötüleştirdiğini bulmuştur.”[24]
Güçsüzleşen Yurttaş
Bir yandan bireyler enformasyon toplama, iletme ve düzenlemeyi kendileri için kolaylaştıran teknolojideki değişiklikler tarafından güçlendirildiklerini hissediyor ve sivil yaşama katılmanın yeni yollarını deniyorlar, ama öte yandan bireyler, sivil toplum grupları, sosyal hareketler ve yerel topluluklar geleneksel oy verme ve seçim süreçleri de dâhil, karar alma süreçlerine anlamlı bir şekilde katılmaktan artan ölçüde dışlandıklarını ve ulusal ve bölgesel yönetişimin hâkim kurumlarına ve güç kaynaklarına seslerini duyurma, onları etkileme yetenekleri bakımından güçsüzleştiklerini hissediyorlar.
Dünyanın birçok ülkesinde, hükümetler sivil toplum gruplarının bağımsızlığını kısıtlamaya ve onların faaliyetlerini sınırlamaya yönelik yasaları ve başka politikaları yürürlüğe soktukça sivil toplum alanının daraldığının kanıtları vardır. Dördüncü sanayi devriminin aletleri sağlıklı açık toplumların zararına olacak şekilde nezaretin ve diğer kontrol araçlarının yeni biçimlerini mümkün kılıyor.
BİREY
İnsanlarla nasıl karşılaştığımızı ve ilişkilerimizi nasıl geliştirdiğimizi, dayandığımız hiyerarşileri, sağlığımızı etkileyecek ve belki de sandığımızdan çok daha çabuk insan varlığının doğasını sorgulamamıza yol açacak şekilde, insanı çeşitli biçimlerde yükseltmesi söz konusu olacaktır.
Kimlik, Ahlak ve Etik
“Teorik fizikçi ve yazar Stephen Hawking ile bilimci arkadaşları Stuart Russell, Max Tegmark, Frank Wilczek’in yapay zekânın sonuçları üzerine The Independent’te yazdıkları gibi, “YZ’nin kısa vadedeki etkisi onu kimin kontrol ettiğine bağlı olacakken, uzun vadedeki etkisi genel olarak kontrol edilip edilmeyeceğine bağlı kalacaktır… Hepimizin kendimize yararları hasat etme ve risklerden kaçınma şanslarımızı artırmak için neler yapabileceğimizi sorması gerekir.”[25]
Yapay zekâ ve sentetik biyolojide durum budur. Yakın bir gelecekte tasarım bebekler ve yanı sıra genetik hastalıkların kökünün kazınmasından insan bilişinin artırılmasına kadar, insanlığımız üzerinde yapılmış bir dizi başka düzenleme görebiliriz. Bunlar insanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz en büyük etik ve manevi sorunları gündeme getirecektir.
“MIT’den Sherry Turkle’a göre onlu yaşlardaki gençlerin %44’ü sürekli, spor yaparken ve aile ya da arkadaşlarla yemek yerken bile çevrimiçi kalıyor.”[26]
“Teknoloji ve kültür yazarı Nicholas Carr dijital sularda ne kadar çok zaman harcarsak, dikkatimiz üzerinde kontrol uygulamayı bıraktığımız için, bilişsel yeteneklerimizin inçin o kadar boşaldığını belirtiyor.”[27]
Kamusal ve Özel Enformasyonun Yönetimi
“Harvard Üniversitesinden politik filozof Michael Sandel’in gözlemlediği gibi, Mahremiyeti rutin olarak kullandığımız birçok cihazın getirdiği rahatlıkla değiş tokuş etmeye giderek daha çok istekli görünüyoruz. Kısmen Edward Snowden’ın yaptığı ifşaatın kışkırttığı artan şeffaflık dünyasında mahremiyetin anlamına ilişkin küresel tartışma daha yeni başladı.”[28]
ÖNÜMÜZDEKİ YOL
Kitabın son bölümünde yazar önümüzdeki dönem meydana gelebilecek olan bozulmalar ve meydan okumalara karşı çıkarak yeni düzenlemeler yapmanın kendi elimizde olduğunu ve bunu yapabilmek için dört farklı zekâ türünü besleyip uygulayarak bozulmanın potansiyeline uyarlanmak, onu biçimlendirmek ve kullanmak zorunda olduğumuzu söylüyor.
Bu zekâ türlerini şöyle sınıflıyor;
Bağlamsal Zekâ – Akıl
İyi liderler bağlamsal zekâyı anlar ve ustaca kullanırlar.
Sektörler ve meslekler arasındaki sınırlar yapaydır ve artan ölçüde engelleyici oldukları görülüyor. Ağların gücünden yararlanıp etkin partnerlikler oluşturarak bu engelleri kaldırmak hiç olmadığı kadar kritik önem kazanmıştır.
Artan ölçüde karmaşık ve bozucu bir çevrede iş görmek kirpinin dar ve sabit odağından çok tilkinin zekâsına ve sosyal çevikliğine ihtiyaç duyar.
Duygusal zekâ-kalp
David Caruso’nun belirttiği gibi, duygusal zekâ, mantıksal zekânın karşıtı ya da kalbin akıl üzerindeki zaferi olarak görülmemelidir. Duygusal zekâ bu ikisinin benzersiz bir kesişmesidir.
Manevi Zekâ-Ruh
Manevi zekâ sürekli anlam ve amaç arayışıyla ilgilidir. Yaratıcı itkileri beslemeye ve insanlığı ortak kader duygusuna dayalı yeni bir kolektif ve ahlaki bilince yükseltmeye odaklanır. Burada kilit fikir paylaşmaktır. Hepimiz aynı gemideyiz ve kolektif olarak paylaşılan bir amaç duygusu geliştiremezsek dördüncü sanayi devriminin meydan okumalarıyla başa çıkmayı ve onun tüm yararlarını hasat etmeyi başaramama riskiyle karşı karşıya kalırız.
Fiziksel Zekâ-Beden
Çevrenin genlerimizin ifadesini değişime uğratma süreci olan epigenetik, biyolojinin son yıllarda hızla gelişen sahalarından biridir. Bu bilim dalı uyku, beslenme ve egzersizin yaşamlarımızdaki kritik önemini tartışılmaz bir şekilde gösterir. Örneğin düzenli egzersiz yapmanın düşünce duygularımız üzerinde olumlu etkisi vardır, çalışma performansımızı ve nihayetinde başarma yeteneğimizi doğrudan etkiler.
Son olarak içinde yaşadığımız çağın Andropojen yani “İnsan Çağı” olduğunu, yeryüzünde şu anda var olan yaşamın bütün sistemlerini insanın belirleyip düzenlediğini söylüyor.
“Bunun için değişik ekosistemlerin bütünleşmesini yansıtan ve bütün sosyal paydaşları tam olarak dikkate alan, dünyadaki çeşitli arka planlardan en bilgili zihinleri ve aynı zamanda kamu ve özel sektörleri bir araya getiren işbirlikçi ve esnek yapılara ihtiyaç var.”[29]
“Harvard Üniversitesi matematik ve biyoloji profesörü evrim bilimci Martin Nowak’ın bize hatırlattığı gibi, işbirliği insanlığı günahlarından arındırabilecek tek şeydir. Dört milyar yıllık evrimimizin baş mimarı olarak işbirliği her zaman itici bir kuvvet olmuştur, çünkü bize artan karmaşıklık içinde uyarlanma yeteneği kazandırır ve politik, ekonomik ve sosyal uyumu güçlendirir. Özlü ilerleme ancak böyle kazanılabilir. Dördüncü sanayi devrimi insanlığı robotlaştırma ve böylece çalışma, topluluk, aile, kimlik gibi geleneksel anlam kaynaklarımızdan ödün verme potansiyeli taşıyor. Ya da dördüncü sanayi devrimini insanlığı, ortak kader duygusuna dayalı yeni bir kolektif ve ahlaki bilinç düzeyine yükseltmek için kullanabiliriz. Bu sonuncusunun gerçekleşmesini sağlamak bütünüyle bizlere kalmıştır.”[30]
Kitap özet olarak bu minvalde gelecekte olabileceklere kendi açısından bir mercek tutuyor ve görünen o ki bu değişiklikler çok da uzun olmayan bir zamanda gerçekleşecek. Bu konuda yüksek teknolojiyi üretemeyen toplumlar zaten çok eşitsiz olan bir dünyada yok olmakla yüz yüze kalacaklardır.  Ya da toplumlarda başlayacak olan sivil hareketler, alttan bu teknolojileri ve inovasyonları kullanarak, eski dönemin ulus devletleri ve sermayelerini geride bırakarak ortaklaşmacı ve paylaşımcı bir dünyayı tamamen bilgiye dayalı bir şekilde kuracaklardır.
Bu konuları ideolojik gruplar, Sosyalistler, İslamcılar ya da Milliyetçi gruplar tartışıyor mu bilmem ama Dünya Ekonomik Forumu, yani patronlar kulübünün kurucusu böyle bir konuyu tartışıyor ve bize ortaklaşmayı ve paylaşmayı öneriyor. Dünyanın son zamanlarda çok seyrettiğimiz filmlerdeki gibi bir Distopya’ya mı dönüşeceği veya insanca, içinde bulunan canlı cansız bütün varlıklarla daha ahlaklı bir dünyada mı yaşayacağımız sorusu önümüzdeki en önemli sorudur.

[1] Dördüncü Sanayi Devrimi, Giriş, s11-12
[2] Dördüncü Sanayi Devrimi, Tarihsel bağlam, s15
[3] Dördüncü Sanayi Devrimi, Tarihsel bağlam, s16
[4] Dördüncü Sanayi Devrimi, Tarihsel bağlam, s16
[5] Dördüncü Sanayi Devrimi, Tarihsel bağlam, s17
[6] Dördüncü Sanayi Devrimi, Derin ve Sistemik Değişim, s18
[7] Dördüncü Sanayi Devrimi, Derin ve Sistemik Değişim, s20
[8] Dördüncü Sanayi Devrimi, Derin ve Sistemik Değişim, s19
[9] Dördüncü Sanayi Devrimi, Sistemik bir tehdit olarak eşitsizlik, s21
[10] Dördüncü Sanayi Devrimi, Dijital, s30
[11] Dördüncü Sanayi Devrimi, Üretkenlik, s41
[12] Dördüncü Sanayi Devrimi, İstihdam, s44
[13] Dördüncü Sanayi Devrimi, İstihdam, s45
[14] Dördüncü Sanayi Devrimi, Emek İkamesi, s47
[15] Dördüncü Sanayi Devrimi, Beceriler Üzerindeki etki, s49
[16] Dördüncü Sanayi Devrimi, Toplumsal Cinsiyet Uçurumu, s53
[17] Dördüncü Sanayi Devrimi, Gelişmekte olan ekonomiler üzerindeki etki, s56
[18] Dördüncü Sanayi Devrimi, Amacın Önemi, s59
[19] Dördüncü Sanayi Devrimi, Dijital, fiziksel ve biyolojik dünyaları birleştirmek, s71
[20 Dördüncü Sanayi Devrimi, Hükümetler, s77
[21] Dördüncü Sanayi Devrimi, Uluslararası güvenlik, s91
[22] Dördüncü Sanayi Devrimi, Küresel Güvenliğin yeni cepheleri, s99
[23] Dördüncü Sanayi Devrimi, Eşitsizlik ve Orta sınıf, s103
[24] Dördüncü Sanayi Devrimi, Eşitsizlik ve Orta sınıf, s104
[25] Dördüncü Sanayi Devrimi, Kimlik, Ahlak, Etik, s1109-110
[26] Dördüncü Sanayi Devrimi, İnsan Bağlantısı, s112
[27] Dördüncü Sanayi Devrimi, İnsan Bağlantısı, s113
[28] Dördüncü Sanayi Devrimi, Esenlik ve Mahremiyetin sınırları, s103
[29] Dördüncü Sanayi Devrimi, Yeni bir kültürel rönesansa doğru, s123
[30] Dördüncü Sanayi Devrimi, Yeni bir kültürel rönesansa doğru, s124-125