Merhabalar, Anadolu'nun İslamlaşma sürecinde önemli bir tarihsel aralığa tekabül eden ve İslam'ın ikinci koşusu olarak adlandırılan 11. ve 13. yüzyıl arasındaki dönemde cereyan eden olaylara dair okuma notlarını paylaştığımız blogumuza hoşgeldiniz.

19 Ocak 2015 Pazartesi

Babailiğin isyankâr şeyhi Müslüm Gürses - SADIK YALSIZUÇANLAR

23:25 Posted by Bedri Münir , No comments
Sırlı Tuğlalar’da yer alan bir öykümün konusu bu idi: ‘Babailiğin iki kolundan biri Orhanilik öteki Müslimilik’tir ki, ikincisinin postnişini Müslüm Baba bir gün, yoksulların parasını alıp zenginlerin bankalarına aktaran bir zalime rast gelince fena halde sinirlenerek, ‘yav’ dedi, ‘sen yılan mısın, baykuş musun?

Dokunduğunu zehirliyor, konduğun yeri yıkıyorsun?’ Zalim, Baba’nın sözlerine çok kızdı; ‘sen bu işe karışma moruk’ diyerek çekip gitti. O günün gecesi, adamın şirket binasında yangın çıktı, hisse senedi, dolar, Euro, Frank ne varsa yanıp kül oldu. Müslüm Baba, bir yakınının düğününden dönüyordu ki, Etiler’deki görkemli binanın yandığını görünce, ‘çek oraya’ dedi şoföre. Tefeci saçını başını yoluyor, ‘anlamıyorum nasıl olur, onca güvenliğe rağmen, bu ateş ocağıma nasıl düşer!’ diye dövünüyordu. ‘Yaklaş oğlum’ dedi şoföre Müslüm Baba. Camdan sarkarak, sızlanıp dövünen adama, ‘yoksulların ahından düşmüştür’ dedi ve uzaklaştı.’

Müslüm Baba bize gene yapacağını yaptı ve ‘aşkın tesadüfleri sevdiğine’ (favorim Sebahat Abla) ilişkin inançlarımızı gözden geçirmemize neden olmakla kalmadı, sesinin imkanlarının bu yaşta, bu yıpranmış gırtlakla dahi ne kadar geniş olduğunu gösterdi. Heidegger’in, bir Japon dostu Hisamatsu’nun katıldığı kollokyum sonrasında yapılan sohbette belirttiği üzere, “sanat” için geleneksel dönemlerde başka bir kelime vardı; bu, Avrupalı anlamından etkilenmemiş, daha derin bir anlamı olan eski Japonca bir sözcüktü. Bu, “gei-do” idi: Sanatın yolu. “Do” Çince “Tao”dur, sadece yöntem olarak yol anlamına gelmez; hayatla, özümüzle derin ve içsel bir ilişki içinde bulunur. Yani sanat hayatın kendisi için belirleyici bir önemi haizdi.’ Bu, inisiye edilmiş (olmuş mu demeliyim?) insanlardan oluşan geleneksel ‘toplum’larda böyleydi. İnisiyatik geleneğin izlerini taşıyan ‘kültür’lerde bunun kısmen sürdüğünü söylemek mümkündür.

Müslüm Baba’yı anlamanın yolu...

Müslüm Baba’nın kişiliğini (kimliğini), icra tarzını, sözlerini, bu sözleri yorumlama biçimini anlayabilmek için meseleye bu zaviyeden bakmak yerinde olabilir. Geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında, kendisine su getiren görevliye, ‘su gibi aziz ol’ deyince, sunucu, ‘aziz ne demek baba?’ diye sormuş, Müslüm Gürses de, ‘aziz... aziz... yani sevgiliden de üstün olan’ diye cevap vermişti. El-Aziz, Allah’ın isimlerindendir ve ‘her şeyden üstün olan’ anlamına gelir. Müslüm Gürses’te bu türden ihsasların yanı sıra inisiye olmuş insanlara özgü bir ‘edep ve erkan’ hali gözlemek her zaman mümkündür. Milyonlarca ‘hayran’ı bulunan, her konserinde izdiham yaşanan, plakları, kasetleri, CD’leri on milyonlarca satan, hakkında onlarca fan kulübü açılan biri olarak öncelikle mütevazı olması için belirli bir kemal yaşamış olması gerekir. Bu olgunluğu sadece Müslüm ve Orhan Baba’lar gösterir. Onların meselesi, ‘derin’dir ve ‘ezelden ebede’dir. Müslüm Baba’nın iki golden şarkısından birisi, ‘Meselem’dir. Diğeri için bir kestirime ihtiyaç yoktur: Tartışmasız, ‘İsyankar’dır.

Müslüm Gürses’in bizatihi kendisi bir isyandır. Varlığı ve gördüğü kabul, özel yaşamlarında klasik Türk musikisi dinleyip on yıllarca yerli müziği yasaklayanların zihniyetine bizatihi isyankarlıktır. Bu muazzam boşluğun içinden büyüyen dip dalgalarıyla gelmiştir. Müslüm Gürses (Orhan Gencebay ve birkaç nitelikli yorumcu-besteci)’lerin önümüze getirdiği müzikal birikim, gecekondulaşmayla, yirmi milyona vuran İstanbul’un yönetimini, giderek merkezi yönetimi üstlenmiş ‘dindar/köylü/taşralı/demokrat/elit/  devrimci/muhafazakar’ yeni kadrolarla, AB ile müzakereleri yürüten bir dindar/muhafazakar iktidarla, birinci ligde fırtınalar estiren bir Gençlerbirliği veya Eskişehirspor’la birlikte düşünülmelidir.

Şeyh Bedrettin’e uzanan gelenek.

Düşünülmesi unutulan bir başka ‘mesele’, Müslüm Gürses’in Frank Sinatra gibi nice icracıyı cebinden çıkaran olağanüstü yorum yeteneğine ve ses aralığına sahip oluşudur. Özellikle İsyankar’da ve Aşk Tesadüfleri Sever’deki şarkılarında, Ortaçgil bestesinde, Teoman’ın şarkısında, Cohen’in papucunu dama atmıştır Müslüm Gürses. Okuduğu sözlere ruhuyla yaklaşan, eleştirildiğinin aksine son derece sağlıklı bir kader inancına sahip olan (ki bunu Yeşilçam sinemasında da görürüz. Bizim geleneksel filmlerimizdeki ahlakçı tutum, kader anlayışı, edep-erkan, sıcak insan ilişkileri, kardeşlik ve dostluk temaları bugün gereksinim duyduğumuz şeylerdir) Gürses’i üç Türkiyeliden birinin sevmesi, sevenlerin ‘niteliksizliğiyle, banallığıyla ve köylülüğüyle’ açıklanabiliyorsa, bu ülkede meşru bir iktidara muhalefet etmenin biricik yolunun ‘askeri göreve çağırmak’ oluşuna ve bunu eski Maocuların, sosyal demokrat anamuhalefet partisinin yapmasına şaşmamalı.

Ciğerinden yükselen havanın yüreğindeki bütün damarları dolaştıktan sonra gırtlağına çarparak buğulu ve ıstıraplı bir edayla çıktığı bu büyük şarkıcı, ‘talih bizi yazmış kara deftere/gideceğiz bir gün o meçhul yere/rastladın mı hiç geri gelene/sen de boyun eğersin bir gün ecele’ derken, ‘her nefis ölümü tadıcıdır’ gerçeğini; ama sadece sözle değil, adeta bir ‘gei-do’ üzerinde yürüyormuşçasına anlatır ki, bunu hiçbir klasik Batı, rock, pop müzikçisi yapamaz. Bunu biraz Bob Dylan yapar, biraz Cohen. Bizde Divriği-Çamşıhı türküleri böyledir, barak ağıtları, Türkmen/Dadaloğlu bozlakları, Arguvan havaları ve Yemen üzerine yakılmış ağıtlar... Müslüm Gürses bu alanda da yetkindir ve ‘Fincanın Etrafı Yeşil’i, ‘Bu Dağlarda Kar Olsaydım’ı, ‘Bir Şuh-ı Sitemkar Yine Saldı Beni Derde’yi ve ‘Meyrik’i onun gibi kimse söyleyemez.

Müslüm Gürses’in bize söylediği en değerli şey, Garipler şarkısında ifadesini bulan ve Babaileri, Şeyh Bedreddin’i hatırlatan, mazlumların, mağdurların, haksızlığa düçar olmuşların sesi olan, ‘Hor görülenlerin Tanrım, isyanıdır bu /Sevip sevilmeyenlerin isyanıdır bu / Düzensiz dünyanın günahıdır bu / Yakarsa dünyayı garipler yakar’ haykırışıdır. Meselesi, ‘alın yazısı’ olan bir Babai’dir Müslüm Gürses. Şeyh Bedreddin, Ekberi irfanın güzide bir bilgesi idi. Onu da Molla Lütfi gibi Bizans entrikaları boğdu. Nazım Hikmet ve diğerleri kendi görmek istedikleri Bedreddin’i yazdılar. Hiç kimse, onun Bayezid-i Bistami’den, İbn Arabi’den aldığı feyiz ve tasarrufun mahsulü Varidat’ına bakmayı, hele hele inisiyatik sözlüğün içinden okumayı düşünmedi, düşünemedi. Varidat’ındaki Şeyh Bedreddin’le, iktidarı köktenci biçimde dışlayan Bedreddin aynı kişilerdi. Sufilerin dünya ile ve dünyanın hükümranlarıyla araları hiç hoş olmamıştır. Tarihi, kronolojik dedikodular biçiminde okuyan kimi araştırmacılar, metinleri kendi menkıbesi olan bu bilgeleri doğru yorumlamakta acziyet içindedirler. Onlardan kalan ‘metin’ler, bizatihi kendi menkıbeleridir. Onlar ‘kendi derdim söylerem/gayri hikayet etmezem’ diyen şair gibi, kendi seyr-i süluklarını, ruhi seyahatlarını anlatmışlardır. Müslüm Gürses de böyledir ve bu yönüyle de inisiyatik bir koku tüter.

Neşet Ertaş’ı dinleyenler, ‘nasıl bir derttir bu böyle!’ demekten kendini alamaz. Aşk söyletir, dert ağlatırmış. Öyledir, gönül yarası olmayandan hayır gelmez. Bir belgesel çekimlerinde Pazar’ın bir dağ köyünde, doksanına yaklaşan bir nine, ekipteki arkadaşlara birer birer sormuştu: ‘Evli misun?’ Birisi, ‘değilim’ dedi. ‘Sevdan var midur?’ diye sordu. ‘Yok’ dedi arkadaş. ‘Uyy sevdasız adam mi olur?’ diye ünledi. Merhum Fethi Gemuhluoğlu da, Türk Petrol Vakfı’na burs için başvuran gençlere, ‘âşık olup olmadığını’ sorardı. Bir gönül yarası olmayana burs vermezdi. Bu toprağın çocuklarının gönlündeki yaradır onları anlamlandıran. Müslüm Gürses, bu yaraya dokunmaktadır, böylesi bir yaradan seslenmektedir. Baba İshak’la arasında kuşkusuz pek çok fark vardır lakin, dünyanın bir köprü oluşuna, oraya yerleşilemeyeceğine, dolayısıyla, bu geçici âlemde iktidar için insanların vicdanlarını kirletmelerinin asli doğalarına ihanet anlamına geleceğine, sevdasız insanın beş para etmeyeceğine ilişkin inançları bakımından benzeşirler.

Müslüm Baba da, tıpkı Geyikli Baba gibi, Duğlu Baba gibi, İlyas Baba gibi, Üsküdari Horoz Baba gibi, ‘Tanrı istemezse yaprak düşmezmiş’ inancındadırlar. Sözü yol arkadaşı Muhterem Nur’a bırakıyorum: ‘Müslüm’den önce, Müslüm’den sonra. Allah bana ‘sonradan gül’ demiş. O benim için bir piyango gibi.’

* Bu yazı 12.12.2006 tarihinde http://www.mavi-nota.com/index.php?link=yazi&no=895 adresinde yayınlanmış olup ilgimizi çektiğinden dolayı paylaştık.

0 yorum:

Yorum Gönder