Artık Kırk yaşına
gelmişti, içinde bulunduğu toplumdan devamlı kaçar olmuştu, sık sık bulunduğu
şehrin dışına gidiyor ve kendi şehrine bir tepeden bakarken, gördükleri
ve düşündükleri kendisini adeta tiksindiriyordu.
“ Mekke halkı şu
sınıflara ayrılmaktaydı: Dış ticaret yapan ve Mekke civarındaki vahalarla Arap
yarımadasındaki değişik şehirlere mal satan tacirler; Mekke’ye uğrayıp geçen
tacirlerle, Mekke’liler arasında aracılık edenler; Kâra ortak olmak şartıyla
küçük tacirlere kredi açan sarraflar; tamamen faizle geçinen tefeciler.
Bunlar, Mekke’de
serveti alinde tutan sınıflardı. Ticaret, menkul değerler, civarda üzüm ve
hurma yetiştirilen bağlar, domuz çiftlikleri ve şarap üretim yerleri tamamen
bunların elindeydi.
Sermaye sahibi bu
azınlığın, yanında sayıları on binleri bulan çiftlik işçileri, sarraflar,
ticarethaneler ve kafilelerde çalışan görevliler ve tamamen aç insanlar
bulunuyordu.”1
“Afrika’dan
getirttikleri kölelere silah eğitimi vererek bunları kervanlarının
korunmasında, Mekke içi ve dışındaki çıkarlarının himayesinde kullanıyorlardı.
Böylece bir ordu ve polis gücüne de sahip olmuşlardı.” 2
Her sene Mekke’de Hac
oluyordu, Kabe’yi ziyarete gelen Hacılar aynı zamanda ticareti de
zenginleştiriyorlardı. Burada kurulan pazarlarda Mekke tüccarı dışarıdan
gelenlere o zaman ve yer için akla gelebilecek her şeyi satıyorlardı,
servetlerine servet katıyorlardı.
Bu pazarlardan en
büyüğü ve güzeli Ukaz Pazarıydı,
“Ukaz Pazarında,
cariyelerin satıldığı pazarlarda kurulurdu. Buralarda, siyahi Habeşistanlılar,
beyaz Romalılar, Esmer Hintli, Mısırlı ve İranlı kadınlar satılırdı. Buralara
Orta Asya’dan bile kadın getirilirdi”3
“Mekke tüccarları
arasında varlığı binlerle ifade edilen, sayısız kervanları, sarrafiyeleri ve
Mekke civarında hurma ve üzüm bağları olan kişiler bulunuyordu. Ama bunun
yanında iş yapabilmek ve yaşayabilmek için borçlananlarda vardı.
Borçlanan her tacir
kar edecek diye bir kural yoktu. Sermayesini kaybettiği ve borcunu vadesinde
ödeyemediği zaman, hiçbir şey onu ağa düşmekten kurtaramazdı. Borcuna karşılık
özgürlüğünü feda etmesi gerekebilir ve borcu veren kişinin alacağını ödeyene
kadar onun kölesi olabilirdi.
Alacaklı vadesi
geldiği zaman verdiği parayı misliyle isterdi. Dolayısı ile borcunu ödemek için
köleleştirilen kişinin bu durumu yıllarca sürüp giderdi. Belki ömür boyu köle
olarak kalabilirdi. O, alacaklı için sahip olduğu diğer mallardan farksız bir
meta olurdu. Zaten kölenin ne hakkı olabilirdi ki? Bazı alacaklılar borçlarını
başka yollarla tahsil etmeye giderlerdi. Örneğin köleye ihtiyacı olmayabilir
veya borçlunun uhdesinde bulunan kadın veya kızlarda gözü olabilirdi…
Böyle olunca borçlu,
borcuna karşılık alacaklıya karısını, annesini, kızını veya oğlunun karısını
vermek zorunda kalırdı. Alacaklı borca karşılık aldığı bu kadın veya kızı, sırf
kendisi yararlanmak için almazdı. Aksine ondan yararlandıktan sonra kapılarında
belli bayraklar asılı olan büyük genelevlerden birinde çalıştırabilirdi. Bu
gayet lüks döşenmiş, her türlü içkinin bulunduğu ve çeşitli kokularla havası
güzelleştirilmiş fuhuşhanelerde, borçluların kadınları da dünyanın çeşitli
bölgelerinden getirilmiş esmer, beyaz ve zenci kadınlarla birlikte yaygın olan
namus ticaretinin sermayesi olurlar ve yabancı tacirlerle zengin Kureyşli gençlerin
arzularını tatmin etmeye çalışırlardı.
Alacaklı verdiği
borcu, borçlunun karısı veya kızının o çirkin meslekte kazandığı parayla kat be
kat fazlasıyla tahsil ettikten sonra, onu ailesine teslim ederdi. Kureyşlilerde
bu zillete boyun eğmiş insan sayısı bir hayli fazla idi.
Niceleri de bir gün
böyle bir konuma düşme korkusuyla kız çocuklarını daha doğar doğmaz canlı canlı
toprağa gömmekten çekinmemekteydi.”4
“Mekke’yi yöneten
kanunlar, bu zenginlerin çıkarları dışında hiçbir şeyi konu almamaktaydı. Çıkan
her kanun, onların yoksul ve zavallıların boğazlarındaki pençelerini biraz daha
sıkmaktan öteye gidemiyordu. Sahip oldukları mal ve serveti biraz daha
arttırmaktan başka bir işe yaramıyordu.
O dönemin erkekleri,
sahip oldukları köleler, mallar, içtikleri şaraplar, öldürdükleri zavallılar ve
edindikleri şöhret ve kadınlarla övünürlerdi. Kadınlar ise aşıkları, erkek
çocukları ve erkek çocuk doğurma güçleriyle övünürlerdi. Bu çocuklara nasıl ve
kimden hamile kaldıkları hiç önemli değildi. Çünkü o toplumda kadın erkek
ilişkisini belirleyen sadece evlilik kurumu değildi.
Yoksulları koruyacak
hiçbir şey de yoktu. Ne kanunlar, ne hakim olan örf ve tabii nede tacirlerin ve
tefecilerin dayattıkları gelenekler onları himaye etmekteydi.
Hatta Kabe’nin putları
arasında onları koruyacak bir put bile yoktu!!
Yoksullar önemsiz
varlıklardı; erkekleri köle olacakları günün beklentisi içinde, namuslu
kadınları ise azgınların zulmüyle genelevde fahişe yapılacakları günün
tedirginliği içinde yaşarlardı.
Mal, meta, putlar ve Kabe
zenginlerindi. Yoksullar ise tuzağa düşmüş çaresizlerdi. Günlük hayatın şaşalı
görüntüsünden bir anda düşüveren ve sıkıntıların doğurduğu çaresizlikle
köleleştirilen erkekler, eşlerinin ve analarının kucaklarından sökülüp alınarak
yabancı erkeklerin kucaklarına atılan kadınlar, masum ve bakir tenleri, kadına
susamış sefillerin pençelerine teslim edilen genç kızlar, Afrika sahillerinden
satın alınarak azgın efendilerinin arzularını yerine getirmeye çalışan zavallı
köleler…
Mekke işte bunlar
için, çile, zillet, acı ve aşağılanmadan başka bir şey ifade etmemekteydi.”5
Doğmadan babasız, 6
yaşında annesiz kalan Muhammed (SAV ), daha küçücük yaşlarında sığındığı amcası
yoksul Ebu Talib’in evinde ayakta kalma mücadelesi veriyor. Daha küçücük
yaşlarda başladığı kervanlardaki çalışmasına, devam ediyordu. Bir yandan da
gördüğü bütün hilekarlıklardan iyice tiksiniyor ve bir tek sefer dahi yalan
söylediği, birini kandırdığı görülmüyordu. Haklı olarak “Emin” sıfatını
alıyordu. Hatice’nin kervanlarını kendisine emanet etmesinden itibaren hayatı
maddi olarak değişiyor ve yaptıkları evlilikten sonra ise artık herhangi bir
sıkıntı çekmemeye başlıyordu ama Mekke’de gördüğü bu sefih hayattan adeta
kaçıyordu.
Giderek uzaklaştığı bu
sefil hayattan ve sorguladığı bu sistemden kendini artık daha da sık bir
şekilde Hira mağarasına atıyor ve giderek artan sürelerde, mağarada kalıyordu.
Tıpkı kendisinden önce böyle davranan Amr oğlu Zeyd gibi, özellikle Ramazan
ayında artık süreyi o kadar uzatmaya başlamıştı ki, sevgili eşi Hatice kendisinden
iyice endişelenmeye başlamıştı. Giderek daha içine kapanıyordu, sanki doğacak
olan güneşten önceki fecr halinin başı gibiydi hali ve bu durum eşini iyice
telaşa sokuyordu. 610 yılının o Ramazan gecesinde Miladi olarak Temmuz
veya Ağustos ayına tekabül eden bir günde 6 yine Hira mağarasının
içinde tefekkür halinde iken birden o sesi duydu.
“OKU”
“Muhammed (s), ilkin
gerçek bir metni okumasının istendiğini zannetti, ümmi olduğu için o
talebi yerine getirmesi mümkün değildi. Bu nedenle ‘Ben okuyamam’ dedi. Bunun
üzerine (kendi sözleriyle ) ‘Melek beni yakaladı ve kendine çekti, öyle ki
bütün gücüm kaybolup gitti; sonra beni bıraktı ve OKU dedi’. ‘Ben, Okuyamam
diye cevap verdim. Sonra beni yeniden yakaladı ve kendine çekti; sonra beni
bıraktı ve dedi. ‘OKU’, ben tekrar cevap verdim. ‘ Okuyamam….’ Sonra beni
üçüncü defa yakaladı ve kendine çekti ve tekrar bıraktı ve dedi; ‘ Oku, Yaratan
Rabbin adına- insanı bir yumurta hücresinden yaratan! Oku, çünkü Rabbin sonsuz
Kerem sahibidir. …’ Böylece Muhammed (s) ani bir aydınlanma ile, okumaya yani
Allah’ın mesajını almaya ve anlamaya çağrıldığını fark etti.” 7
Evet neydi o ilk gelen
Ayetler
§
Ikre’ bismi rabbikelleziy halak-OKU yaratan Rabbin
adına
§
Halakal’insane ma alak-İnsanı bir yumurta
hücresinden yaratan!
§
İkre’ ve Rabbükel’ekremü-Oku, çünkü Rabbin
sonsuz kerem sahibidir,
§
Elleziy alleme bilkalemi-(insana) kalemi
kullanmayı öğretendir,
§
Allamel’insane ma lem ya’lem- İnsana bilmediğini
belleten
Bütün bu
yaşadıklarından sonra korkmuş olarak, ne olduğunu anlamadan, kendisini kan ter
içinde evine atıyordu. Ne olmuştu, neye uğramıştı. Bunu nasıl birisine
anlatabilirdi, bugüne kadar asla yalan söylememişti. Şimdi böyle bir şeye
kendisi zor inanıyordu, kimi inandırabilirdi. İşte bu kendi ifadeleriyle
anlattıkları şeyler yaşadığı o anda nasıl bir ruh haline büründüğünü çok iyi
anlatıyor.
Allah Resulü yüreği titreyerek korku
içinde evine döndü ve eşi Hatice bt. Huveylid’in yanına giderek “Beni örtünüz, beni
örtünüz” dedi. Korkusu gidinceye kadar onu örttüler.
Sonra Hz. Peygamber başından geçenleri Hz. Hatice’ye anlatarak: “Kendimden korktum”dedi. Hz. Hatice: “Hayır, Allah’a yemin
ederim ki, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini
görmekten aciz olanların yüklerini çekersin, yoksula verir, hiçbir şeyi
olmayana bağışta bulunursun, misafiri ağırlarsın, bir felakete uğrayana yardım
edersin” dedi. 8
“Daha sonra Hz. Hatice, Hz. Peygamber’i
alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza’ya götürdü. Bu zat,
cahiliyye zamanında Hristiyan olmuş bir kimse olup İbranice yazıyı bilir ve
İncil’den de bazı şeyleri İbranice okuryazardı. O sırada Varaka gözleri
sonradan görmez hale gelmiş bir ihtiyar idi. Hatice Varaka’ya: “Amcamın oğlu! Dinle bak, yeğenin neler söylüyor” dedi.
Varaka: “Yeğenim, ne oldu, hayırdır?” diye sordu. Hz.
Peygamber başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Varaka şöyle dedi: “Bu gördüğün, Allah’ın Hz. Musa’ya gönderdiği Nâmus’tur. Keşke
senin davet zamanında genç olsaydım! Kavminin seni bu şehirden çıkaracakları
zaman keşke hayatta olsam!”9
Bu sözlerle biraz
rahatlayan Hz. Muhammed ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Peki Yüce Allah bu
ilk gelen ayetlerle Hz. Muhammed’e ne anlatıyordu, ne söylüyordu?
Oku; Peygamber
Muhammed (SAV) şaşırıyordu, ben ne okuyacağım, okuyamam diyordu. Cebrail (AS)
devam ediyordu.
Oku yaratan Rabbin
adına
İnsanı bir yumurta
hücresinden yaratan
Ortada herhangi bir
kitap, yazı yoktu ki neyi okuyacaktı; Halbûki, Allah ona benim adıma oku
diyordu, yarattığım her şeyi oku, devam eden bu yaratma halini, yaşananları
oku, insanı ilk yarattığımız hali oku, hani biz ona eşyayı öğretmiştik. O ilk
günü hatırlatıyordu, işte o ilk gün biz size bilmediğiniz her şeyi öğretmiştik,
çünkü biz sizi bir yumurta hücresinden, bir damla sudan yarattık, sonra her
şeyi öğrettik. O halden, bu hale dönüştürdük. Seni bir damla su iken insan
şekline dönüştüren Rabbin adına, onun için, onun öğrettiklerini oku diyordu.
Peki niye okuyacaktı, sebebi neydi?
Allahu Teala, Cebrail
(AS) aracılığı ile devam ediyordu. Çünkü Rabbin sonsuz Kerem sahibidir; onun
için oku ( Kerem’in anlamı 1-Vermek, cömertlik; 2-Şeref, asalet demektir. )
Yani Allahu Teala, son
Peygamberine diyordu ki, bu gördüğün her şey yani mülk benim bunu siz insanlara
emanet olarak verdim ve sizleri benim bu ikramımla ödüllendirdim. Ki O insana
kalemi kullanmayı öğretendir yani aklını kullanmayı öğreten ve O şüphesiz
insana bilmediği her şeyi öğretmişti. Her şey o ilk gün, Adem’in yaratıldığı o
ilk gün olmuştu, işte o gün öğrendiklerini okumasını söylüyordu.
“İŞTE O ZAMAN Rabbin
meleklere: “Bakın ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım! demişti.
Onlar: Seni övgüyle yüceltip takdis eden bizler dururken, orada bozgunculuğa ve
yozlaşmaya yol açacak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. (Allah )
Sizin bilmediğiniz (çok şey var, onları) ben bilirim diye cevapladı.”10
Muhammed Esed burada
Halife terimini “Bakın ben yeryüzünde ona sahip çıkacak birini yaratacağım
şeklinde çeviriyor ve bu çeviriyi şu şekilde izah ediyor. ( Lafzen, “dünyada
bir varis ya da bir halife yaratacağım” Halife terimi, başkasının yerini
aldı, anlamındaki halefe teriminden türemiştir. Bu temsilde de insanın
yeryüzündeki meşru hakimiyetini göstermek için kullanılmıştır ki, buda en uygun
olarak, ‘yeryüzünde ona sahip çıkacak’ şeklinde (mülkiyetinin kendisine emanet
edilmiş olması) çevrilebilir. Bkz. Bütün insanlardan yeryüzünün halifeleri
olarak söz edilen 6:165, 27:62, 35:39)
“Ve Adem’e her şeyin
ismini öğretti, sonra onları meleklerin önüne koydu ve “ Dedikleriniz doğruysa
haydi bu şeylerin isimlerini bana söyleyin bakalım!” dedi. 11
Esed ayetin açıklaması
ile ilgili bakın ne diyor. (Yani safiyetinizden dolayı kendinizi “yeryüzüne
sahip çıkmaya” daha layık görme iddiasında haklıysanız)
“Onlar: Kudret ve
egemenlikte kusursuz ve eksiksizsin! Senin bildirdiğin dışında bir bilgimiz
yoktur. Doğrusu yalnız Sensin her şeyi bilen, gerçek hikmet sahibi, diye cevap
verdiler.” 12
O: Ey Adem bu
(şey)lerin isimlerini onlara bildir! buyurdu. (Adem) isimleri onlara bildirince
(Allah): Göklerin ve yerin gizli gerçekliğini, açıkladıklarınız ve
gizlediklerinizin tümünü yalnız Ben bilirim dememişmiydim? dedi.” 13
“Sonra meleklere,
‘Haydi (Adem)in önünde yere kapanın dediğimizde, İblis dışında hepsi yere
kapandı. O ise reddetti ve (üstelik) küstahça böbürlendi: Böylece hakkı inkar
edenlerden oldu. 14
Evet o ilk günde Allah
Adem’e bütün “eşyayı” öğretmişti. Yani bütün bilgiyi ona yüklemişti. Cebrail
vasıtasıyla ilk vahyi Peygamberimize gönderen Yüce Allah, işte o ilk yaratılış
günü yüklediği “bütün her şeyi” okumasını kendisinden istiyordu. Çünkü
Sonsuz Kerem sahibi olan Allah, Şeytanın yolunda gidenlerin ele geçirdiği
iktidarı ve serveti “Adem oğullarına” yani sahibine iade etmek için Hz.
Muhammed’i Peygamber olarak gönderiyor ve Kuran’ı insanlığa ışık saçan bir
rehber olarak indirmeye başlıyordu.
Ayetleri 1 yıl sonra
tamamlanan Alak Suresi’nin sonraki bölümünde Cenab-ı Allah şöyle sesleniyordu.
6- Kella innel insane leyatgaa- Gerçek şu ki insan fütursuzca azar
7- en reahüstegnâ- ne zaman kendini yeterli görse
8- inne ila Rabbikerrüc’a- Oysa herkes eninde sonunda Rabbine
dönecektir.
İlk 5 ayetinde
Peygamberine bütün mülkün sahibi olan Allah adına oku diyen çünkü sonsuz Kerem
sahibi Allah’ın ikram ettiği şeylerle kendini yeterli görenlerin sınırsız bir
şekilde azdığını söylüyor ve sonra diyor ki, onlar hiç düşünmezler, sonunda
ölüp bize dönecekler. Çünkü nefisleri ve iblis onların gözlerine ve
vicdanlarına perde indirmiştir.
9-ere’eytelleziy yenha-Hiç düşündün mü şu engellemeye kalkışanı
10-Abden iza salla- (Allah)ın bir kulu(nu) namazdan
11- ere’eyte in kane alel hüda- Hiç düşündün mü o doğru yoldamıdır
12- ev emere bil takva- ya da Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle
yüklü mü?
13- ere’eyte in kezzebe ve tevella- Hiç düşündün mü, onun hakikati
yalanla(ma)yabileceğini ve sırtını (ona) dön(mey)ebileceğini?
14-elem ya’lem biennallahe yâre- O bilmezmi ki, Allah ( her şeyi ) görür.
Daha sonra muhtemelen
Ebu Cehil’in yaptığı bir eylemden bahsediyor. Gördün mü diyor, o namazı
engellemeye kalkanı, burada Hz. Peygamber’e hitap ediyor ve bu ibadeti
engelleyen kişiyi gördün mü, o ne kadar engellerse engellesin o doğru bir iş mi
yapıyor. O doğru bir yolda değil, Allah’a karşı suç işliyor ve zannediyor
ki bu kılınan namazı engelleyecek ve böylece bu yükselen şeyin önünde
durabilecek. Oysa o bilmez mi ki Allah her şeyi görüyor. Bütün bu çabalamaları
boşuna, Muhammed Esed, bu ayet ile ilgili dipnotunda burada Ebu Cehil’in
kastedildiğini ama ayete evrensel bir yerden bakmak gerektiğini söylüyor.
Çünkü Ebu Cehil Mekke şehrinin oligarşisini temsil ediyor. Sonra
devamla ( Ancak yukarıdaki pasajın muhtevası, aslında herhangi bir tarihsel
olayın veya durumun çok ötesine uzanmaktadır; çünkü her dönemde görülen, dinin
sosyal hayatı şekillendirme fonksiyonuna karşı koyma teşebbüslerinin tümü için
geçerlidir. Bu teşebbüsler ya dinin bireylerin özel meselesi olduğu ve bu
nedenle sosyal hayata nüfuz etmesine izin verilemeyeceği görüşü yahut
alternatif olarak insanın hiçbir metafizik rehberliğe muhtaç olmadığı şeklinde
gerçekleşmektedir.) diyor. Sure sonra aşağıdaki ayetlerle son buluyor.
15- Kella lein lem yentehi lenesfe’an
binnasiyati- Hayır, eğer vazgeçmezse onu alnından tutup
sürükleyeceğiz
16- nasıyetin kazıbetin hatıeh- o yalancı ve isyankar alnından
17- felyed’u nadiyehü- Bırak, kendi aklının ( asılsız, düzmece )
tavsiyelerini (yardımına) çağırsın
18- sened’uzzebaniyeh – (o zaman) Bizde semavi azap güçlerini
çağırırız!
19- kella, la tütı’ hü vescüd vakterib- Hayır, ona kulak verme, ama (Allah’ın
huzurunda) yere kapan ve (O’na) yakınlaş
Burada ise eski bir
Arap deyimi olan ve aşağılanma ifadesi olarak kullanılan “Perçeminden tutup
sürükleme” ifadesi ile ona ne yapılacağını anlatıyor ve o kendi aklının
saçmalıklarına uyarken biz kendi güçlerimizle ona gereken cezayı vereceğiz, sen
artık onunla ilgilenme ve Rabbin önünde secdeye git. O güçlülere değil sadece
Rabbine boyun eğ, onun önünde yere kapan diyor.
Allahu Teala daha ilk
inen surede şöyle bir ufuk belirliyordu. “Ey Peygamberim sen Rabbin adına oku,
çünkü o bütün her şeyin sahibidir ve o bütün mülkü insanların emanetine verecek
kadar Kerem sahibidir. İşte sen o Allah’ın ezelde sana öğrettiklerini oku, o
yolda ilerle; şunu da unutma insan ne zamanki maddi şeylerle rahatlar ve
ferahlar o zaman haddini aşar ve azar ama unutma ölüm var. Bunu hatırla
ve devamlı Rabbini an ve onun sana öğrettiklerini hayata nakşet. Şüphesiz ki
bu beldenin haddini aşanları seni bu yoldan döndürmeye, çevirmeye
çalışacak. Bunun için sana ve arkadaşlarına engel olmaya çalışacaklar ama sen
onlara aldırma, onların kıt aklıyla yapmaya çalıştıkları şeyi biz biliyoruz.
Onlara gereken cevabı ve cezayı şüphesiz ki vereceğiz, sizler daima Rabbinizin
yolunda olun ve yalnızca ona kulluk edin.
En kadim tarihe
bakıldığında da, egemen olabilmek için( üstelik bütün toplumlarda) zalimler üç
şeyi ele geçirmeye çalışmışlardı. Birincisi iktidar, ikincisi servet, üçüncüsü
ise bilgi idi. Kuran’daki ifadesiyle İktidar- Firavun’un şahsında,
Servet-Karun’un şahsında, Bilgi ise Haman’ın şahsında temsil ediliyor. Bu üç
kuvvet, tepeden zalimler yani iblisin dostları tarafından ele geçirildiğinde
sadece zulüm ürettiği görülmektedir. Zalimler önce iktidarı ele geçirirler,
sonra serveti ele geçirirler en sonunda ise bilgiyi ele geçirip iktidarlarını
pekiştirirler. Böylece gücü elinde bulunduranlar dikey bir hiyerarşi kurarlar,
tam da o yüzden tüm güçleriyle iktidarı ele geçirip mülkün üzerine otururlar.
Cenab-ı Allah, Hz. Peygamber’e tam tersine bir yol gösteriyordu. Önce bilginin
ve sözün sahibi olun, sonra servetin sahibi olun, sonrada İktidarın sahibi
olarak, mülkü yeryüzünün güçsüzleri arasında adaletli olarak paylaştırın
diyordu. Cemaat olun, yatay bir hiyerarşi kurun diyordu, o yüzden Sevgili
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) ümmetinden sosyal ve ekonomik olarak farklı
bir yerde durmamış, onlarla bir olmaya çalışmıştı.
Cenab-ı Allah,
Alak Suresinde yaptığımız okumada görüldüğü üzere, ne olduğunun,
nasıl davranılması gerektiğinin ve sonunda ne olacağının ilk ipuçlarını vermeye
başlıyor ve buradan çıkışın en önemli argümanının, bilgi ve söz olduğunu
gözlerimizin önüne seriyor. Nitekim, Müslümanlar 13 yıl boyunca Mekke’de sözün
ve bilginin sahibi olacaklar, hiçbir güç, eziyet işkence onları bu yoldan
ayıramayacaktı. Hicretten sonra ise Medine’de sözün yanında servetinde sahibi
olmaya başlayacaklardı. Bedir savaşı bunun ilk adımı idi. Mekke’nin fethi
ise artık iktidarında ele geçirildiği üçüncü safha idi. Artık yeryüzünün
ezilenlerinin de diğerleriyle eşitlenmeye başladığı bir sistem kuruluyordu.
Mekke’de söylenen bir söz bütün dünyaya yayılmaya başlıyordu.
La İlahe İllallah!,
Muhammed’un Resululllah ( Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed onun
elçisidir.)
O yüzden önce söz
önemlidir. Yeryüzünün mazlumları eğer ayağa kalkacaksa Kuran’ın sözü sayesinde
ayağa kalkacaktır, yeter ki biz onu okumasını bilelim. Nitekim Hz. Peygamber’e
nerede senin mucizen diye sorduklarında, O, benim mucizem Allah’ın gönderdiği
Kuran’dır demiştir. Bugün ve yarın biz eğer mücadele edebileceksek Kuran-ı
Kerim’in yaşayan ve hayata giren ve bütün bilgiyi ve sözü içinde barındıran
mucizesi sayesinde yapabileceğiz. Allah gören göz, hisseden bir vicdan, idrak
eden bir akıl nasip etsin.
Not: Bu metinde yapmış
olduğum analiz sadece benim kendi görüşlerimdir. Doğru olduğu ile ilgili bir
iddia da bulunmuyorum. Doğrusunu ancak Cenab-ı Allah bilir.
1. Özgürlük Peygamberi Hz. Muhammed Abdurrahman Şarkavi, s.19
2. Özgürlük Peygamberi Hz. Muhammed Abdurrahman Şarkavi, s.20
3. Özgürlük Peygamberi Hz. Muhammed Abdurrahman Şarkavi, s.21
4. Özgürlük Peygamberi Hz. Muhammed Abdurrahman Şarkavi, s.22,23
5. Özgürlük Peygamberi Hz. Muhammed Abdurrahman Şarkavi, s.24,25
6. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed Alak Suresi giriş bölümü s. 1286
7. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed Alak Suresi giriş bölümü s. 1286
8. ( Buhari Bedul Vahy 1 )
9. ( Buhari Bedul Vahy 1 )
10. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed, Bakara Suresi, Ayet, s.11
11. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed, Bakara Suresi, Ayet, s.11
12. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed, Bakara Suresi, Ayet, s.11
13. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed, Bakara Suresi, Ayet, s.11
14. Kuran Mesajı, Meal , Tefsir, Muhammed Esed, Bakara Suresi, Ayet, s.11
* Kaynak: https://otekimahalle.wordpress.com/2014/12/26/ozgurluk-teolojisinin-imkanlari-uzerine-ve-devrim/
0 yorum:
Yorum Gönder