* http://ekitap.kulturturizm.gov.tr/Eklenti/10828,ahmedyesevivedivanihikmetpdf.pdf?0
sitesinden alınmıştır. Makalenin yazarı bilinmemektedir.
Ahmet Yesevî'nin şiirlerine
"hikmet", şiirlerinin toplandığı kitaba da Dîvân-ı Hikmet adı verilir.
Ahmed Yesevî'nin şiirlerini Karahanlı Türkçesiyle yazdığı muhakkaktır. Fakat
Yesevî'nin hikmetlerini toplayan yazmaların hepsi de çok sonraki asırlarda
istinsah edildiği için dil bakımından Karahanlı devri Türkçesine tam olarak
uymazlar. Bu şiirlerde değişik saha ve devirlere ait dil hususiyetleri hep
birlikte görülür. Ayrıca Dîvân-ı Hikmet'te şiirlerin hepsi de Ahmed Yesevî'ye
ait değildir. Halifeleri tarafınmdan yazılmış pek çok şiir ona mal edilmiştir.
Ruh, edâ ve şekil bakımından bu şiirlerin hepsi birbirine benzediğinden hangilerinin
Ahmed Yesevî'ye ait olduğunu ayırabilmek de çok güçtür. Bütün bu sonraki tesir
ve karışmalara rağmen hikmetleri dil bakımından değilse bile edebî bakımdan
Karahanlı devrine ve 12. yüzyıla ait kabul etmek gerekir.
Ahmed Yesevî, 11. yüzyılın sonlarında
Batı Türkistan'ın Sayram (İsfîcab) kasabasında doğdu. Babası kerâmetleriyle tanınmış
Şeyh İbrahim, annesi Mûsâ Şeyh'in kızı Ayşe Hatun'dur. Mûsâ Şeyh, İbrahim'in
halifelerindendi. Ahmed Yesevî, önce annesini, 7 yaşında iken de babasını kaybeder.
Ablası Gevher Şehnazla birlikte Yesi'ye göçerler ve Ahmed Yesevî Arslan Baba'ya
intisap eder. Bir yıl içinde Arslan Baba da vefat edince Ahmed Yesevî Buhara'ya
giderek Şeyh Yûsuf-ı Hemedânî'ye intisap eder. Hoca Ahmed Yesevî uzun süre
şeyhinin irşatlarından faydalanmış ve onun üçüncü halifesi olmuştur. Şeyh
Yûsuf-ı Hemedânî 1140'ta ölünce sırasıyla birinci ve ikinci halife onun yerini
almış, nihayet 1160'ta Ahmed Yesevî irşat postuna oturmuştur. Bir müddet sonra
bu makamı dördüncü halifeye terkeden Hoca Ahmed Yesevî, Yesi'ye dönerek
irşatlarına orada devam etmiş ve 1160 yılında ölmüştür. Vefatından sonra halifeleri
tarafından irşatları devam ettirilmiştir. Bilhassa üçüncü halifesi Süleyman
Hakîm Ata, Ahmed Yesevî gibi hikmetler söylemesiyle tanınmış ve kerâmetleriyle
Türkistan halkı tarafından çok benimsenmiştir.
Ahmed Yesevî'nin nesli, kızı Gevher
Şehnaz vasıtasıyla devam etmiş, birçok kimse, meselâ Evliya Çelebi, soyunu
Ahmed Yesevî'ye bağlamıştır.
Daha çok küçük yaşta Hoca Ahmed
Yesevî'nin hayatı etrafında menkıbeler teşekkül etmeye başlamıştır. Arslan
Baba'ya intisabı ile ilgili menkıbe şöyledir: Hazreti Muhammed'in savaşlarından
birinin sonunda eshâb aç kalır ve peygamberden yiyecek ister. Hazreti Peygamber
duâ eder, Cebrail aleyhisselâm cennetten bir tabak hurma getirir. Hurmalardan
biri yere düşer. Cebrail "Bu hurma ümmetinizden Ahmed adlı birinin kısmetidir"
der. Peygamber eshâba, emaneti kimin sahibine teslim edeceğini sorar. Arslan
Baba talip olur, Hazreti Muhammed hurmayı onun damağına koyar ve Türkistan'a
yollar. Arslan Baba 500 yıl emanetin sahibini bekler. Sayram'dan Yesi'ye gelen
7 yaşındaki yetim ve öksüz Ahmed Yesevî, Arslan Baba'yı görür görmez hurmayı sorar.
Kelâm kıldım hurmadan manga vahşet kıldılar
Ey bî-edeb kûdek dip asâ alıp sürdiler
Vahşetidin korkmadım manga bakıp hırdılar
Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük
(Söz edince hurmadan bana korku
verdiler;
"Edebsiz çocuk" deyip
sopa alıp sürdüler;
Hiddetinden korkmadım, bana bakıp
güldüler;
Arslan Baba'm sözlerini işitiniz
teberrük.)
Arslan Baba 500 yıldır damağında
sakladığı ve lezzetinden hiç bir şey kaybetmeyen hurmayı Ahmed
Yesevî'ye verir.
“Agzmg açgıl ey kûdek emânetin bireyin
Mezesini yutmadım aç agzınga salayın
Hak resûlnı buyrugm ümmet bolsam kılayın.”
Arslan Babam sözlerin işitingiz teberrük
(“Ağzını aç ey çocuk, emanetini
vereyim;
Lezzetini tatmadım, aç ağzına
salayım;
Hak Resulün emrini, ümmet olsam,
kılayım."
Arslan Baba'm sözlerini işitiniz
teberrük. )
Rivayete göre Ahmed Yesevî 63
yaşma gelince Hazreti Peygamber'e olan bağlılığından dolayı bir kuyu kazdırmış ve
geri kalan ömrünü bu kuyunun dibindeki tek kişilik hücrede geçirmiştir.
Ahmed Yesevî'nin iyi bir tahsil
gördüğü, Arapça'yı, Farsça'yı ve İslâmî ilimleri de öğrendiği muhakkaktır. Hanefî
mezhebindendi ve ehl-i sünnete bağlı idi. Küçük yaşta iken kerametleri yayılmış,
sade bir dille yazılan ve halkın ruhunu okşayan hikmetleriyle kısa zamanda
Türkistan halkının, bilhassa göçebe Türklerin gönlünde taht kurmuştur. Onun
irşatları etrâfında teşekkül eden Yeseviyye tarikatı Türkistan'da geniş
sahalara yayılmış, Yesevîlikten doğan birçok tarikat Orta Asya ve Anadolu'da asırlarca
Türk halkının mânevi cephesini beslemiştir. Tahta kaşık ve kepçe yontup bunları
satarak geçimini sağlayan Ahmed Yesevî'nin rivayete göre 99.000 müridi vardı ve
bunlar dört bir yana dağılarak onun irşatlarını ve hikmetlerini her tarafa yayıyorlardı.
Onun şöhret ve tesiri, ölümünden sonra daha da kuvvetlenerek devam etmiştir.
Yesevî'yi rüyasında gören Temür, kazandığı bir zaferden sonra Yesi'ye gelerek
onun kabrini ziyaret eder ve 1396-1397 yıllarında Yesevî için büyük bir türbe
inşa ettirir. Daha sonra Şibânî Han tarafından tamir ettirilen türbe Türkistan
halkı için mukaddes bir ziyaretgâhtır. On binlerce Türkistanlı yılın belli bir
ayında türbeyi ziyaret ederek bir hafta müddetle onun etrâfmda ibadette
bulunur, hikmetlerini belli makamlarla söyleyerek zikrederlerdi. Türbenin civarına
gömülmek Türkistan Türkleri için büyük bir bahtiyarlık olduğundan sağlıklarında
oradan toprak alırlardı. Yesevî'nin türbesi hâlâ ziyaretgâh olarak kullanılmakta
ve Türkistan Türklerinin manevî bağlarından birini teşkil etmektedir.
Hikmetler, dînî-tasavvufî
şiirlerdir. Çoğu dörtlükler halindedir, koşma tarzında kafiyelenmiş ve hece
vezniyle yazılmıştır. Hikmetlerin bir kısmı ise gazel tarzındadır ve aruz
vezniyle kaleme alınmıştır. Heceyle yazılmış hikmetlerin vezni 4+4+4=12'dir.
Aruzla yazılan hikmetlerde "fâilâtün fâilâtün fâilün, mefâîlün mefâîlün
feûlün, 4 mefâîlün ve mef'ûlü mefâîlü mefâîlü feûlün" vezinleri kullanılmıştır.
Gazel tarzında kafiyelenmiş bazı hikmetlerde ise 7+7 veya 8+8'lik hece vezni kullanılmıştır.
Mesnevî tarzında yazılan münâcât ve nâtm vezni "mefâîlün mefâîlün
feûlün" dür. Dörtlüklerle yazılmış hikmetlerde kıt'a sayısı 5 ilâ 28 arasında
değişmekte, çoğunlukla 10-12 kıt'alık hikmetler tercih edilmektedir.
Gazellerdeki beyit sayısı 5-15 arasındadır. 7 beyitlik gazeller çoğunluktadır.
Kafiye olarak Arapça, Farsça
kelimeler kullanıldığı zaman çoğunlukla tam kafiyeye başvurulur. Fakat
kafiyelerin çoğu Türkçe asıllı kelimerle yapılmıştır ve bunlarda da yarım
kafiye kullanılmıştır. Hatta bazan yarım kafiyenin bile kullanılmadığı, yakın
seslerin benzerliği ile veya sâdece redifle yetinildiği olur. Esasen redif, hikmetlerde
mühim bir ahenk unsuru olarak yer alır. Beyitlerle yazılmış hikmetlerin birçoğu
musammat gazel tarzındadır. Bu tarz hikmetlerde görülen iç kafiye şiire
fevkalâde bir ahenk vermektedir.
Canım cüda bolganda tenim munda kalganda
Tahta üzre alganda ne kılgay min Hudâya
(Canım ayrı olanda, tenim burda
kalanda,
Tahta üzre alanda ne yaparım
Allah'ım? )
Öyle anlaşılıyor ki millî nazım
şekli olan koşmadan gazel tarzına geçişte musammat şekiller fevkalâde elverişli
olmuştur. Edebiyatımızın gazel tarzındaki bu ilk şiirlerinde koşma ahengi hemen
kulağa çarpar. Beyitler ortadan ikiye bölünüp dört mısra haline getirildiği
zaman 4+3'lük bir koşma ile karşılaşırız. Halk şiirinin ahengi ile kulakları dolmuş
bulunan ilk Türk şâirleri, koşmanın dört mısraını beyit haline sokarak gazel
tarzma geçivermişlerdir.
Ahmed Yesevî'nin hikmetlerinde işlenen
mevzular tamamıyla dînî ve tasavvufîdir. İslâmiyet'in esasları, şeriatın
hükümleri ve tasavvuf âdabı, şiirlerin ana konusu teşkil eder. Kıyamet ahvâli,
cennet ve cehennem tasvirleri, dünya ahvâlinden şikâyet, peygamber sevgisi,
dervişlerle ilgili menkıbeler ve Ahmed Yesevî'rün kendi hayatına ait parçalar
sâde bir dille anlatılır.
Ahmed Yesevî'rün canlı ve
hareketli bir üslûbu vardı. Şiirlerinin pek çoğunda bir zikir ritmi bulmak
mümkündür. Hikmetlerin zikir es-nasında ve belli bir makamla söylendiği dü-şünülürse
böyle hareketli bir ritmin varlığı tabiî, hattâ zarurîdir. İşte Ahmed Yesevî bu
ritmi ve ha-reketi 4+4+4'lük duraklarla çok iyi yakalamış gö-rünüyor. Altmış üç
yaşında yer altına girdiğini an-latan şu dörtlüklerde bu ritim çok açık bir şekilde
farkedilmektedir.
Ol kadirimi kudret birlen nazar kıldı
Hurrem bolup yir astığa kirdim muna
Garib bendeng bu dünyâdm güzer kıldı
Mahrem bolup yir astığa mirdim muna
(Kadir Rabb'im kudret ile nazar kıldı;
Mutlu olup yer altına girdim
işte.
Garip kulun bu dünyadan göçüp
gitti;
Mahrem olup yer altına girdim
işte. )
Zâkir bolup şâkir bolup haknı taptım
Dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tiftim
Şeyda bolup rüsvâ bolup candın öttün
Bî-gam bolup yir astığa kirdim muna
(Zâkir olup, şâkir Hakk'ı buldum;
Dünya, ahret haram kılıp ezip
teptim;
Divâne olup, rüsvâ olup candan
geçtim;
Gamsız olup yer altına girdim
işte.)
Başım tofrak, özüm tofrak cismin tofrak
Hak vashga yiter nün dip ruhum müştak
Köydüm yandım bolalmadım hergiz afak
Şebnem bolup yir astığa kirdim muna.
(Başım toprak, kendim toprak,
cismim toprak;
"Hakk'a kavuşur muyum?"
diye, ruhum müştak;
Kavrulup yandım, olamadım asla
ap-ak;
Şebnem olup yer altına girdim
işte. )
Bu hareketli ritim onun şiirlerine
coşkun, taşkın, ve akıcı bir edâ verir. Dînî düşünceleri, basit ve sâde bir dille,
fakat bu coşkun ve akıcı edâ ile anlatır.
Tevbe kılgan âşıklarga nûri irür
Tüni küni sâyim bolsa köngli yarur
Kaçan ölüp gûrge kirşe gûn kingür
Ugan izim rahîm rahman rahmeti bar
(Tevbe kılan âşıklara nuru erer;
Gece gündüz oruçlu olsa, gönlü parlar;
Öldüğünde kabre girse, kabri
genişler;
Kadir Rabbim, rahîm, rahman,
rahmeti var. )
Tevbesizler bu dünyâdm kiçmes bilür
Ölüp barsa gür azabın körmes bilür
Kıyamet kün tang arasât atmas bilür
Heyhat heyhat nevha fedyâd künleri bar
(Tevbesizler bu dünyadan göçülmez
bilir;
Ölüp varsa, kabir azabı görmez
bilir;
Kıyamet günü Arasat tanı atmaz
bilir;
Heyhat heyhat, nevha, feryat
günleri var. )
Hak yâdıdan zerre gafil bolmağanlar
Yatsa kopsa hak zikrini koymaganlar
Vallah billah dünyâ haram almaganlar
Gür içinde ol kul hergiz ölmez bolur
(Hak yâdındın zerre gaafil
olmayanlar,
Yatsa kalksa, Hak zikrini
koymayanlar,
Vallah, billah, dünya haram,
almayanlar,
Kabr içinde o kul asla ölmez
olur. )
Ahmed Yesevî'de şairane tasvirler
ve ince sanat oyunları bulunmaz; fakat Kemâl Eraslan'ın dediği gibi, onun
"hikmetlerinin tamamen basit, kuru ve edebî bir değerden mahrum olduğunu
söylemek de doğru değildir. Bazı hikmetlerinin samimi ve coşkun bir ifâdeye
sahip olduğu ve dînî-tasavvufî halk edebiyatının en güzel örneklerini teşkil ettiği
unutulmamalıdır."
Dîvân-ı Hikmet'ten:
III Hikmet
her subh-dem nida kildi kulakımga
zikr ayt didi zikrin aytıp yördüm muna
ışksızlarnı kördüm irse yolda kaldı ol
sebebdin ışk dükkânın kurdum muna
(Sabahları kulağıma nida geldi:
"Zikr et!" dedi,
zikrini deyip yürüdüm işte,
aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
o sebebten aşk dükkânını kurdum
işte. )
on birinde rahmet-deryâ tolup taştı
allâh didim şeytân mindin yırak kaçtı
hây u heves mâ vü menlik turmay köçti
on ikide bu sırlarnı kördüm mü muna
(On birimde rahmet denizi dolup
taştı;
"Allah!" dedim, şeytan
benden uzaklaştı;
geçici heves, ben-sen fikri
durmayıp göçtü;
on ikide bu sırları gördüm işte. )
on üçümde nefs hevânı kolga aldım
nefs basığa yüz ming belâ karmap saldım
tekebbürni yirge urup basıp aldım
on törtümde tofrak-sıfat boldum muna
(On üçümde nefs arzusuna kıpılıverdim;
nefs başına yüz bin belâ tutup
saldım;
kibirlenmeyi yere vurup
yenebildim;
on dördümde toprak gibi oldum
işte.)
on bişimde hûr ü gılmân karşu kildi
başın üzüp kol kavşurup tâzîm kıldı
firdevs atlığ cennetidin muhzır kildi
dîdâr üçün barçasmı koydum muna
(On beşimde hûrî, gılman karşı geldi;
baş eğerek, el bağlayıp tazim kıldı;
Firdevs adlı cennetinden haberci
geldi;
didar için hepsini terkettim
işte. )
on altımda barca ervah ülüş birdi
hay hay sizge mübarek dip âdem kildi
ferzendim dip boynum kuçup könglüm aldı
on yitimde türkistanda turdum muna
(On altımda bütün ruhlar nasip
verdi;
"Size mübarek olsun"
diyerek Âdem geldi;
"Evlâdım!" deyip,
boynuma sarılıp gönlümü aldı,
on yedimde Türkistan'da bulundum
işte. )
on sikizde çil-ten birle şarâb içtim
zikrin aytıp hâzır turup kögsüm tiştim
rûzî kıldı cennet kizip hûrlar kuçtım
hak mustafâ cemâllerin kördüm muna
(On sekizde Kırklar ile şarap
içtim;
zikrini deyip, hazır durup
göğsümü deştim;
nasip kıldı, cennet gezip huriler
kucakladım;
hak Mustafa cemalini gördüm işte.
)
on tokuzda yitmiş makam zahir boldı
zikrin aytıp iç ü taşım tâhır boldı
kayda barsam hızır babam hâzır boldı
ğâvsu'l-ğıyâs mey içürdi toydum muna
(On dokuzda yetmiş makam
gösteriverdi;
zikrini dedim, içim dışım
temizlendi;
nereye varsam, Hızır Baba'm hazır
oldu;
gavsu'l-gıyas mey içirdi, doydum
işte.)
yaşım yitti yigirmige ötdim makam
bihamdi'llâh pîr hizmetin kıldım tamâm
dünyâdaki kurt u kuşlar kıldı selâm
ol sebebdin hakka yavuk boldum muna
(Yaşım yirmiye ulaştı, makamlar
aştım;
Allah'a hamd olsun, pîr hizmetini
tamamladım;
dünyadaki kurt ve kuşlarla
selâmlaştım;
o sebepten Hakk'a yakın oldum
işte.)
(*) Metin ve tercüme Kemal
Eraslan'ın Dîvân-ı Hikmet'ten Seçmeler (Ankara, 1983) adlı eserinden avnen alınmıştır.
IV Hikmet
1
hoş gayibdin kulakımga ilham kildi
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim
muna barca büzürg yıghp manga inam birdi
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Hoş gaipten kulağıma ilham
geldi;
O sebebten Hakk'a sığınıp geldim
işte.
Hep ulular yığılıp bana nimet
verdi;
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
2
min yigirme iki yaşda fena boldum merhem
bolup çm derdlikke deva boldum yalgan
âşık çm âşıkka güvâh boldum
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Ben yirmi iki yaşta fâni oldum;
merhem olup gerçek dertliye deva
oldum;
sahte âşığa, gerçek âşığa tanık
oldum;
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
3
eyâ dostlar yaşım yitti yigirme üç
yalgan dava tâatlarım barçası pûç
kıyamet kün ne kılgay min bürehne lûç
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Eyâ dostlar, erdi yirmi üçe yaşım;
dâvam yalan, tamamı boş tâatlarım;
kıyamet günü ben çıplak, şaşı ne
yapayım?
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
4
min yigirme törtke kirdim hakdın yırak
âhiretka barur bolsam kanı yarak
ölgenimde yıghp urung yüz ming tayak
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Ben yirmi dört yaşa girdim,
Hak'tan uzak;
âhirete varır olsam, hani hazırlık?
Öldüğümde toplanıp vurup yüz bin
dayak;
Ol sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
5
cenâzemni arkasıdm taşlar atmg
ayakımdan tutup südrep gûrge ilting
hakka kulluk kılmadmg dip yançıp tiping
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Cenazemin arkasından taşlar atın;
ayağımdan sürüyerek mezara
iletin;
"Hakk'a kulluk kılmadım"
diyip döğüp tepin;
o sebebten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
6
yazuk bilen yaşım yitti yigirme biş
sübhân igem zikr örgetip kögsümni tiş
kögsümdeki girihlerim sin özüng yiş
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Günah ile yaşım oldu yirmi beş;
sübhan Rabb'im, zikr öğretip
göğsümü deş;
göğsümdeki düğümleri sen kendin
çöz;
O sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
7
min yigirmi altı yaşda sevda kıldım
mansûr-sıf at dîdâr üçün gavgâ kıldım
pirsiz yörüp derd ü halet peyda kıldım
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Ben yirmi altı yaşta sevda kıldım;
Mansur gibi didar için kavga kıldım;
pirsiz dolaşıp dert ve halet
peyda kıldım;
0 sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
8
min yigirmi yiti yaşda pirdi taptım
her sır kördüm perde birlen büküp yaptım
âstânesin yastanıban izin öptim
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Ben yirmi yedi yaşta piri
buldum;
gördüğüm her sırrı perde ile sanp
örttüm;
eşiğine yaslanarak izini öptüm;
O sebebten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
9
min yigirmi sikiz yaşda âşık boldum
kiçe yatmay mihnet tartıp sâdık boldum
andın songra dergâhıga lâyık boldum
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Ben yirmi sekiz yaşta âşık
oldum;
gece yatmayıp, mihnet çekip sâdık
oldum;
ondan sonra dergâhına lâyık
oldum;
O sebebten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
10
bir kem otuz yaşka kirdim hâlim harâb
ışk yolıda bolalmadım misl-i türâb
hâlim harâb bağrım kebâb közüm pür-âb
ol sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Yirmi dokuz yaşa girdim, harap
halim;
aşk yolunda toprak gibi olamadım;
halim harap, bağrım kebap, yaş dolu
gözüm;
o sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
11
otuz yaşda otun kılıp köydürdiler cümle
büzürg yıglıp dünyâ koydurdılar urup
sögüp yalguz haknı söydürdiler ol
sebebdin hakka sıgnıp kildim muna
(Otuz yaşta odun kılıp yandırdılar;
hep ulular yığılıp dünya koydurdular;
vurup, söğüp yalnız Hakk'ı sevdirdiler;
o sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
12
kul hâce ahmed dünyâ koysang işing biter
kögsungdeki çıkkan âhıng arşka yiter cân
birerde hak mustafâ kolung tutar ol
sebebdin hakka sığınıp kildim muna
(Kul Hâce Ahmed, dünya koysan,
işin biter;
göğsünden çıkan âhın Arş'a yeter;
can
verende hak Mustafa elinden
tutar; o
sebepten Hakk'a sığınıp geldim
işte. )
X Hikmet
1
ol kadirim kudret birlen nazar kıldı
hurrem bolup yir astığa kirdim muna
ğarîb bendeng bu dünyâdın güzer kıldı
mahrem bolup yir astığa kirdim muna
(Kadir Rabb'im kudret ile nazar kıldı;
mutlu olup yer altına girdim
işte.
Garip kulun bu dünyadan göçüp
gitti;
mahrem olup yer altına girdim
işte. )
2
zâkir bolup şâkir bolup haknı taptım
dünyâ ukbâ haram kılıp yançıp tiftim
şeydâ bolup rüsvâ bolup candın
öttim bî-gam bolup yir astığa kirdim muna
(Zâkir olup, şâkir olup Hakk'ı buldum;
dünya, ahret haram kılıp ezip
teptim;
divane olup, rüsva olup candan
geçtim;
gamsız olup yer altına girdim
işte. )
3
şömluğumdm tağ u taşlar sögti mini
fasîh tilde sögüp aydı filing kanı
âşık bolsang evvel barıp haknı tanı
merhem bolup yir astığa kirdim muna
(Şomluğumdan dağlar, taşlar söğdü
beni;
açık dille söğüp dedi: Filin
hani?
Âşık olsan, önce varıp Hakk'ı tanı!
Merhem olup yer altına girdim
işte. )
4
sizni bizni hak yarattı tâat üçün
ey bü'1-acep içmek yimek rahat üçün
kâlü belâ didi ruhum mihnet üçün
edhem bolup yir astığa kirdim muna
(Sizi, bizi Hak yarattı tâat
için;
ey acayip, içmek, yemek, rahat
için;
"Kalû belâ" dedi ruhum
mihnet için;
Edhem olup yer altına girdim
işte. )
5
nefsim mini köp yü^ürtti hakka bakmay
kiçe kündüz bî-ğam yördüm yaşım akmay
hây u heves mâ vü menlik otka yakmay
pür-ğam bolup yir astığa kirdim muna
(Nefsim beni çok koşturdu, Hakk'a
bakmadan;
gece gündüz gamsız yürüdüm, yaşım
akmadan;
hevesleri, benlik dâvasını ateşe
yakmadan;
gamla dolup yer altına girdim
işte. )
6
kulnı korsem hizmet kılıp kuh boldum
tofrak-sıfat yol üstide yoh boldum
âşıklarnı köyüp öçken küli boldum
hemdem bolup yir astığa kirdim muna
(Bir kul görsem, hizmet kılıp
kulu oldum;
toprak gibi yol üstünde yolu
oldum;
âşıkların yanıp sönen külü oldum;
hemdem olup yer altına girdim
işte. )
7
candın kiçip mihnet tarttım benden didi
kanlar yutup allâh didim rahm eyledi
dûzeh içre bolmasun dip gamım yidi
hurrem bolıp yir astığa kirdim muna
(Candan geçip mihnet ettim, kulum
dedi;
kanlar yutup "Allah!"
dedim, rahm eyledi;
cehennemde olmasın deyip tasalandı;
mutlu olup yer altına girdim
işte. )
8
yaşım yitti altmış üçke bir künçe yok
vâ-dirîğâ haknı tapmay könglüm smuk
yir üstide sultân min dip boldum uluk
şâkir bolup yir astığa kirdim muna
(Bir gün değil, altmış üçe erdi
yaşım;
yazık, Hakk'ı bulmamaktan kırık
gönlüm;
yer üstünde sultanım deyip
kibirlendim;
şâkir olup yer altına girdim işte.
)
9
şeyh nün diben dava kılıp yolda kaldım
fes ü destâr pûçek pulğa satıp kildim
nefs ü hevâ tuğyan kıldı harıp kaldım
bî-dem bolup yir astığa kirdim muna
(Şeyhim diye dâva kılıp yolda
kaldım;
fes, sangı değersiz pula satıp
geldim;
boş istekler coşup taştı, yorulup
kaldım;
huzursuz olup yer altına girdim
işte. )
10
başım tofrak özüm tofrak cismim tofrak
hak vaslığa yiter min dip ruhum müştak
köydüm yandım bola'lmadım hergiz afak
şebnem bolup yir astığa kirdim muna
(Başım toprak, kendim toprak cismim
toprak;
"Hakk'a kavuşur muyum?"
diye, ruhum müştak;
kavurulup yandım, olamadım asla
ap-ak
üs şebnem olup yer altına girdim
işte. )
11
pîr-i muğân nazar kıldı şarâb içtim
şiblî yanglığ sema urup candın kiçtim
sermest bolup il ü halkdın tanıp kaçtım
zemzem bolup yir astığa kirdim muna
(Pîr-i muğân nazar kıldı, şarap
içtim;
Şiblî gibi sema kılıp candan
geçtim;
sermest olup insanlardan uzaklaştım;
Zemzem olup yer altına girdim
işte. )
12
kul hâce ahmed-nâsih bolsang özüngge bol
âşık bolsang candın kiçip bir yolı öl
nâdânlarğa aytsang süzüng kılmaz kabul
muhkem bolup yir astığa kirdim muna
(Kul Hâce Ahmed, nâsih olsan,
kendine ol;
âşık olsan, candan geçip bir defa
öl;
cahillere desen, sözünü kılmaz
kabul;
mukhem olup yer altına girdim
işte. )
0 yorum:
Yorum Gönder