“Bil ki hidayete götüren imamla, kötülüğe
sevk eden, ümmeti helak eyleyen imam, Peygamber’in dostuyla, Peygamber’in
düşmanı bir değildir. Allah’ın salatı ona ve soyuna olsun Rasulullah
buyurmuştur ki:
Ben ümmetim için ne müminden korkarım, ne
müşrikten; Çünkü mümini Allah imanı yüzünden kötülükten korur, müşriki de şirki
yüzünden kahreder. Fakat ümmetimi gönlü nifakla dolu, dili sözler yapar,
bilgili bir dille konuşur, diliyle doğru söyler, iyiliği emreder, hareketiyle
kötülükte bulunur, kötülük eden kişinin, münafıkın azdırmasından korkarım”1
Hz. Ali, Muhammed bin
Ebubekir’i Mısır Valisi olarak tayin ettikten sonra kendisine söylediklerinin
bir bölümü yukarıdaki gibidir ve orada Hz. Muhammed (SAV)’in neden korktuğunu
bildirir. Evet, ümmet için en tehlikeli olan münafıklardır. O günde, bugünde ve
nihayetinde gelecekte de en tehlikeli olan yine onlar olacaktır. Çünkü onlar
Kurtla parçalayıp, kuzuyla ağlaşırlar. Gerçek yüzlerini hiçbir zaman belli
etmezler, kendi heva ve heveslerini İslam kisvesi altında gerçekleştirirler,
muhakkak ki Rabbim onların hesabını mutlaka görecektir ama bizlerinde bu bilinç
içinde bulunmamız gerekir.
Hz. Osman meydana
gelen isyan sonucunda katledildikten bir müddet sonra Halifeliğe seçilen Hz.
Ali, bütün halifeliği boyunca çok çekmiş ve önce Cemel vakasını, ardından
Sıffin savaşını yaşamış, en çok korktuğu şey olan Müslümanların birbiriyle
savaşmasında taraf olmak zorunda kalmıştır. Sonra da önce kendisine biat eden
ve sonra kendisini suçlayan Haricilerle savaşmıştır ki, bu en sonunda kendi
şehadetine de yol açmıştır. Kaldı ki Müslümanlar arasında nifak çıkmasın
diye, uzun zaman içi kan ağlamasına rağmen, kendisinden önceki üç halifeye de
biat etmiştir. Bu kadar korktuğu bir savaş kendi başına gelmiştir. Sonraları
Hz. Ali o yıllarına
“ Gözlerimde tozlar ve
ağzımda dikenlerle yaşadım,” diyecekti. 2
Oysaki 46 yıl önce
henüz daha 11 yaşındayken, Hz. Muhammed’e Risalet geldiğinde yanındaydı ve ona
her zaman inandı ve onu her ortamda destekledi, Hz. Peygamber’in kendi
kabilesini toplayıp Peygamberliğini onlara tebliğ ettiğinde bir tek inanan ve
destek veren Hz. Ali olmuştu. O günlerde her şey ne kadar netti, bir yanda bir
avuç Müslüman, diğer yanda Mekke’nin müşrikleri, Hz. Peygamber ilk gelen sure
olan Alak suresinden sonra (anladığım kadarı ile) Mekke’nin karşısına çıkıp
onlara La İlahe İllallah diyordu, Allah’tan başka ilah yoktur, her şeyin sahibi
odur diyordu. Köle Bilal ile sahibi Velid Bin Mugire arasında bir fark yoktur
diyordu, her şeyi Yaratan Allah, bir gün herkesi öldürecek ve yanına alacaktır
ve mutlaka Hesap günü herkesten hesabını soracaktır diyordu. Sizin malınızda
mazlumun hakkı var diyordu. Mekkeli müşrikler bir anda şaşırdılar. Hayatında
hiçbir zaman yalan söylememiş olan Abdullah oğlu Muhammed tuhaf tuhaf laflar
ediyordu. Önce inanamadılar, sonra dalga geçmeye başladılar. Muhammed meczup
olmuş, Mecnun olmuş dediler. Aslında önce ürktüler, bir köle ile bir efendi
nasıl eşit olurdu, o tek olan Allah kimdi, onların bir sürü ilahı vardı. Geçim
kaynakları onlardı, her sene hac mevsiminde giderek daha fazla zengin
oluyorlardı. Kazandıkları mallara kendi köleleri nasıl ortak olabilirlerdi.
Hz. Peygamber çok
üzülmüştü, bütün hayatı boyunca hep mazlumun yanında olmuştu, asla kimseye bir
kötülüğü dokunmamış, hiçbir zaman yalan söylememişti. O emin lakabı ile
anılırdı. Şimdi nasıl böyle bir muameleye tabi tutuluyordu, tam bir hayal
kırıklığı yaşıyordu. Gitti evine ve Peygamberliğinden önceki son günleri gibi
tekrar içine kapanmaya başladı. Bunun üstüne Kalem suresi nazil oldu.
§
“Nûn velkalemi ve mâ yesturûne- Düşün kalemi ve
(onunla) yazdıklarını
§
Mâ ente bini’meti rabbike bimecnun- Sen bir deli
değilsin, Rabbinin nimeti sayesinde
§
Ve inne leke le’ecren gayre memnun- Ve senin için
kesintisiz bir ödül vardır
§
Ve inneke le’alâ hulukın azıym- çünkü sen, üstün
bir hayat tarzına sahipsin
§
Fesetübsiru ve yubsirûne- ve (birgün)
sende göreceksin, onlar(şimdi seni küçümseyenler)de görecekler
§
Bieyyükümülmeftun- hanginizin akıldan yoksun olduğunu” 3
Allah’u Teala, Peygamberine sen deli
değilsin, Mecnun değilsin diyordu. Çünkü sen üstün bir hayat tarzına, ahlaklı
bir yaşantıya sahipsin, mazlumun yanında durur, yetimi korursun diyordu. Şimdi
seninle dalga geçenler Mecnun’un kim olduğunu yakında görecekler diyordu. 10
ile 13. Ayetler arasında onların kim olduğunu söylüyordu.“Yemin edip duran alçağa uyma, ya da
iğrenç dedikodu yapan iftiracıya, yahut iyiliğe mani olana, günahkar zorbaya,
ihtiraslarına esir olmuş zalime ve bütün bunların ötesinde (hemcinslerine)
hiçbir faydası dokunmayana uyma”4 diyordu. İşte onlardır asıl Mecnun
olan, meftun olan diyordu.
Surenin devamında ise
Peygamberine ve dolayısı ile bütün insanlığa Bahçe Sahipleri kıssası ile esas
meseleyi anlatmaya başlıyordu. Kendi bahçelerinden en ufak bir meyveyi, sebzeyi
fakirlerle paylaşmamak için nasıl kaçtıklarını ve Rabbin onların bahçesini
nasıl tarumar ettiğini anlatıyor. En sonunda şöyle diyordu.
29)” kaâlü sübhane rabbina inna künnâ
zalimiyn- Onlar
Rabbimizin şanı yücedir! Doğrusu biz zulüm işliyorduk! Diye cevap verdiler
30) feakbele ba’duhüm ala ba’dın
yetelavamün- ve sonra dönüp birbirlerini suçlamaya
başladılar.” 5
Hz. Peygamber (benim
kanaatime göre) içine kapanmaya devam ediyordu. Bir müddet sonra Müzzemmil
suresi iniyordu ve Rabbil Alemin Peygamberine,
§
“Ya eyyühelmüzzemilü- Ey örtülere bürünen (insan)
§
Kumilleyle illa kaliylen- Gece biraz
ilerleyince (namaz için) kalk
§
Nısfehû evinkus minhü kaliylen- gece yarısından
biraz önce
§
Evzid aleyhi ve rettililkur’âne tertiyla- ya da
sonra(kalk) ve ağır ağır duyarak Kuran oku”6
İçine kapanan
Peygamberine “Ey örtülere bürünen, kalk seni Yaradan’a ibadet et diyordu. Daha
sonra ise surenin devamında
§
“İnnâ se nulkî aleyke kavlen sekîlâ- Biz(sana) sorumluluğu
ağır bir mesaj tevdi edeceğiz
§
İnne nâşietel leyli hiye eşeddu vat’en ve akvemu kîlâ- (ve) gerçek şu ki gece
zihin daha zinde ve güçlü olur ve okuma daha da berraklaşır.
§
İnne leke fîn nehâri sebhan tavîlâ- Halbuki gündüzleri
seni meşgul edecek yığınla iş var.
§
Vezkurisme rabbike ve tebettel ileyhi tebtîlâ- ama (hem gece hem de
gündüz) Rabbinin adını an ve bütün varlığınla kendini O’na ada
§
Rabbul meşrıkı vel magribi lâ ilâhe illâ huve
fettehızhu vekîlâ- (O’dur) Doğunun ve Batının Rabbi; O’dan başka Tanrı
yoktur, öyleyse kaderini belirleme gücünü yalnız O’na izafe et
§
Vasbir alâ mâ yekûlûne vehcurhum hecren cemîlâ- Halkın (senin
aleyhinde) söyleyebileceği her şeye sabırla katlan ve onlardan uygun şekilde
uzaklaş
§
Ve zernî vel mukezzibîne ulîn na’meti ve mehhilhum
kalîlâ- Ve nimet içinde oldukları halde (Allah’tan geldiğini
umursamadan) hakikati yalanlayanları Bana bırak; onlara bir süre daha dayan” 7
Allah’u Teala
‘Gece kalk ağır ağır Kuran oku, çünkü gece insanın zihni açık olur daha
iyi anlar ve kavrar, gündüzleri işleri çok olur, o yüzden gece kalkman senin
hayrına olur’ diyordu. ‘Çünkü sana sorumluluğu ve yükü ağır olan bu sözü
indireceğiz. Bunu yaparken bütün varlığını her yerin ve her şeyin sahibi olan
Allah’a ada ve halkın senin aleyhindeki bütün kışkırtmalarına ve alaylara
katlan, sen onları bize bırak, muhakkak ki o hesabı, Ben göreceğim’ diyordu.
Yani içine kapanan Peygamberine önce kendisine gelmesini, sonra Kuran’ı
okumasını söylüyordu, çünkü ‘ Sen bizim Peygamberimizsin, seni bütün insanlığa
bir ışık olarak gönderdik, bu çok büyük sorumluluk isteyen bir şey, kalk ve
gereğini yerine getir. Sana saldıranların yanında durma, onları Bana bırak’
deyip, Hz. Peygamber’in kendine olan güvenini yerine getiriyordu.
Daha sonra onlara nasıl bir ceza
vereceğini tasvir ettikten sonra, ilk defa Firavun misalini veriyordu. Onlara
da aynı o Firavun’a ne yaptıysa yapacağını söyledikten sonra, nasıl bir şey
olacağını şöyle tarif ediyordu. “ Öyleyse hakikati kabul etmeye
yanaşmazsanız, çocukların saçlarını ağartan o günden kendinizi nasıl
koruyacaksınız” Müzzemmil 17, Türkçede Bir gecede saçları ağardı
diye bir deyim vardır ya, o üzüntü ve dehşet halini anlatan tamda ona tekabül
eden bir benzetmedir buradaki, korkudan ve dehşetten çocukların bile saçları
ağaracak diyordu. İşte tamda bu yüzden Cenab-ı Allah bu ayette, Rabbiniz sizin
doğru yolda olduğunuzu ve sözünü tutacağınızı bilir, gece kalkın
okuyabildiğiniz kadar Kuran okuyun, Allah yolunda mücadele edin, Namazınızı
dosdoğru kılın ve malınızdan Allah’a güzel bir borç verin, yani malınızı Allah
yolunda fakir, fukaraya harcayın diyordu.
3. Sure olan Müzzemmil
ile Peygamberinin hem tebliğ ve düşünce biçimini ayarlayan ve ona tekrar
kendine güvenmesini sağlamaya çalışan Allah, kendisine sonuna kadar sahip
çıkacağını söylüyordu, yeter ki o ve müminler doğru yolda ilerlesinler, böyle
söylüyordu Yaradan Rabbim.
Bir Müddet sonra
Müddessir Suresi geliyordu.
§
“Yâ eyyuhel muddessir- Sen Ey (yalnızlığına) bürünmüş olan
§
Kum fe enzir.- Kalk ve Uyar
§
Ve rabbeke fe kebbir.- Rabbinin büyüklüğünü
ve Yüceliğini an
§
Ve siyâbeke fe tahhir- Öz benliğini temiz tut
§
Verrucze fehcur.- Ve bütün pisliklerden
kaçın
§
Ve lâ temnun testeksir- İyilik yapmayı kendine
kazanç aracı kılma
§
Ve li rabbike fasbir.- Ama sabırla Rabbine
yönel” 8
Evet, Allah
Müddesir Suresinden itibaren artık, Peygamberini, o kendi içine kapanmış, o çok
üzülmüş Peygamberini ayağa kaldırıyordu ve ona bütün öğrettiklerini, herkese
tebliğ etmesini istiyordu. Bunu yaparken de kendini bütün pisliklerin dışında
tutmasını, yalnızca Rabbine yönelmesini ve yaptığı hiçbir iyi iş karşılığında
bir menfaat beklememesini öğütlüyordu. Evet bu Sure ile ayağa kalkan ve
haykıran Hz. Muhammed artık ölünceye kadar susmayacak, yılmayacak ve
savaşacaktı. Çünkü kendisi iyi bir ahlaka sahipti, Mazlumun yanında durur,
yetimi korur ve asla yalan söylemezdi. O Mekke’de herkesin eşitlenmesini
istiyordu, mazlumların ezilmemesini istiyordu, herkesin birbiri ile kardeşçe
yaşamasını istiyordu. Tam on üç yıl boyunca türlü eziyetler çektiler, topu topu
bir avuç insanlardı. Buna rağmen hiçbir yılgınlığa düşmüyorlardı. SÖZ’ü
söylemeye devam ediyordu. Artık bilginin tekamül olma zamanı gelmişti ve
bilgiyi, maddi zenginlikle birlikte daha güçlü hale getirmek gerekiyordu.
Medine’ye Hicret eden insan sayısı sadece 154 kişiydi, orada da kendisine
inanan belki o kadar, belki biraz daha fazla insan vardı ama artık inşa zamanı
gelmişti. Onun içinde yavaş yavaş servetin ele geçirilip, bölüştürülmesinin
zamanı gelmişti. Bedir savaşına işte bu üç yüz inanmış kişi ile çıkılıyordu ve
kendisinden çok büyük bir orduyu Bedir kuyularında Allah’ın yardımı ile mağlup
ediyorlardı. Artık servetinde yolu açılmıştı. Son olarak iktidar kalmıştı, o da
Mekke’nin fethi ile bitirilmişti. Artık herkesin eşitlenmeye başladığı o toplum
bir yandan kurulurken, bir yandan da egemenlikleri ellerinden giden Mekke
sultası alttan alta günlerinin gelmesini bekliyorlardı.
“Hz. Muhammed,
fakirler, yetimler, köleler gibi herkesin Allah’ın gözünde eşit olduğunu
söylüyordu. Ona göre insanın doğduğu kabile, o kabile içindeki klan ve aile hiç
önemli değildi. Hiçbir grup diğerleri üzerinde hak iddia edemezdi. Müslüman
olmak- Allah’ın emirlerini yerine getirmek- eski bölünmeleri unutmak demekti.
Kabileler ya da zenginle fakir karşı karşıya gelmeliydi. Onlar insandı, bir
toplumdu, tanrılar değil, bir Allah’a inanarak birbirlerine bağlanmışlardı.
Birinci yüzyıl
Filistin’in de ortaya çıkmış eski bir Peygamber mesajı gibi, zamanına ve
bölgesine göre devrimci bir eşitlik mesajıydı bu. Ve şehrin zenginliğini
kontrol edenler içinde yıkıcı bir mesajdı, onların gücüne meydan okumaktı.” 9
Veda haccından kısa
bir süre sonra vefat ediyordu ama olacakları hissetmiş olmalıydı.
“Ashabım! Muhakkak Rabbinize
kavuşacaksınız. O’da sizi yaptıklarınızdan dolayı sorguya çekecektir. Sakın
benden sonra eski sapıklıklara dönmeyiniz ve birbirinizin boynunu vurmayınız!
Bu vasiyetimi, burada bulunanlar, bulunmayanlara ulaştırsın. Olabilir ki,
burada bulunan kimse bunları daha iyi anlayan birisine ulaştırmış olur.”
”Mü’minler! Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi
belleyiniz! Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir ve böylece bütün Müslümanlar
kardeştirler. Bir Müslüman’a kardeşinin kanı da, malı da helal olmaz” diyordu
Kısa bir zaman sonra
vefat ediyordu ama daha cenazesi defnedilmemişken, iktidar kavgaları
başlıyordu. O gün başlayan tartışmalar, Hz. Hüseyin’in Kerbela’da katledilmesi,
Kabe’nin yıkılması, Medine’de kadınlara tecavüz edilmesi ile artık bir daha
geri dönülmeyecek bölünmelere yol açıyordu. Evet bütün bu bölünmeler hiç de
dini bölünme değildi ve Müslümanlar daha birinci gün fitneye düşmeye
başlamışlardı.
Hayır, belki de ilk
fitneye düşmeleri ve kafa bulanması Hz. Ayşe’nin çölde kaybolması vakasından
sonra başlamıştı. Dedikodu öyle bir hal almıştı ki, Hz. Ali belki de hayatının
en büyük hatasını yapmış, sonradan masumluğu Vahiy ile kanıtlanan Hz. Ayşe’yi
boşamasını Hz. Muhammed’e telkin etmişti. Muhakkak ki bu yaptığından Vahiy
indikten sonra pişman olmuştu ama Peygamberin en sevgili eşi olan Hz. Ayşe bu
olayı hiçbir zaman unutmayacaktı. Aslında daha 11 yaşındayken Hz. Muhammed ilk
kendi ailesini topladığında ve tebliğde bulunduğunda hepsi kendisi ile dalga
geçerken bir tek Hz. Ali ona inandığını ve onun dinine iman ettiğini söylüyordu
ve orada açıkça “Ali benim halifemdir” diyordu ama bu söz unutulmuş ve iktidar
için kıyamet kopuyordu. Ensar kendi arasında bir Halife seçme derdiyle
toplanmıştı, bu toplantıyı haber alan Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer toplantıyı
basmaya giderken, Medine dışına yerleşmiş olan Hz. Osman’a da haber
yolluyorlardı. Orada bir halife seçme derdine düşmüşken, hiç kimsenin aklına bu
toplantıyı, Hz. Muhammed’i defnettikten sonra, Hz. Ali’nin de katılacağı bir
şekilde yapmak gelmiyordu. Bu acelecilik ne içindi, Hz. Ali’nin katılacağı bir
toplantıda acaba, kendilerini Hz. Peygamber’in akrabası kabul eden
Medinelilerin, Ali’den yana tavır koyacağını mı düşünüyorlardı? Herkes Hz.
Ali’nin ne kadar doğru bir adam olduğunu ve onun Allah’ın adaleti ve sözü
dışında hareket etmeyeceğini biliyordu. Bu acelecilik niyeydi? Bütün bu
sorular sorulmaya devam edilebilir. Evet o toplantıda o toplumun en önemli
şahsiyeti olan Hz. Ebubekir seçilmişti ama bu şekilde yapılması doğrumuydu?
Daha Sevgili Peygamberlerinin naaşı yerdeydi, defnedilmemişti. Halbuki o
toplantı o gün ertelense ve Hz. Peygamber’i defnettikten sonra herkesin
katılacağı bir toplantıda kimin Halife olacağına karar verilse daha doğru
olmazmıydı?
Bu sorulara daha devam
edebiliriz? Niye çünkü bugün Müslümanlar, herkesi ve her şeyi bir kutsal
perdesinin içine sokuyorlar ve hiçbir olay ne düşünülüyor, ne araştırılıyor ne
de eleştiriliyor. Sonuçta Hz. Peygamber ” Bende bir insanım ve öleceğim
demiyormuydu?” Bidayeti ve nihayeti olan yaratılmışı kutsamak doğrumudur?
Kutsal olan ezel ve ebed olan Yüce Allah değilmidir? Peki, biz ne hakla herkesi
kutsayabiliyoruz, hatadan münezzeh görüyoruz. Bir tek Allah’ın dışında başlangıcı
ve sonu olan her şeyin ve herkesin fani olduğunu neden görmüyoruz. Fani olan
her şey muhakkak ki eksiktir, bunu bilmekte ve kabul etmekte yarar var. Bir tek
Peygamberler sürekli Allah’ın kontrolünde ve denetiminde oldukları için hata
yapma ihtimalleri yoktur. Buna rağmen Abese Suresi’nde muhatap kimdir ne
anlatılır? Yaratılmış olan kutsanmaz, kutsanacak olan sadece Yaradandır.
O gün orada
beklenmeyen Hz. Ali çok kötü günler geçirdikten sonra İslam’ın ikbali için Hz.
Ebubekir’e biat ediyordu.
“Hilafet meselesi
henüz halledilmişti ki, zaten İslam’a inanarak veya ruhi ihtiyaç neticesinde
dahil olmayan çöl Araplarının irtidat ettiği ve her tarafta bir takım yalancı
peygamberler ortaya çıktığı haberleri Medine’ye geldi. İslam çok büyük ve çok
ciddi bir tehlikeye düşmüştü. İsyan eden Arapların miktarı birkaç milyona
ulaşıyordu. Bu irtidat selini durduracak gerçek müminler ise, Medine
ahalisinden, umulanın aksine olarak sadakatte sebat eden Mekke ve Taif
halkından ibaret yani nihayet 40, 50 bin kişi idi.” 10
“ Gerçekte çöl
Araplarının bir kısmı doğrudan doğruya irtidat etmemişti. Onlar namaz kılmaya
razı idiler, tabiatı ile Allah’ın birliğini ve nübüvveti de tasdik ediyorlardı.
Yalnız Zekat vermek istemiyorlardı. Zekatı vermediği halde şehadet kelimesinde
sabit kalanlara kılıç çekmek bir kısım Ashab’a güç geliyordu. Hatta Ömer ‘ Biz,
La İlahe İllallah Muhammedun Rasulullah diyenlere nasıl kılıç çekeriz’ diye
Halifenin görüşünü eleştiriyorlardı.
Ömer’in görüşü doğruya
benziyordu; zira Zekat vermeyenleri irtidat kapsamının dışında tutacaktı. Fakat
Ebubekir ‘Resulullah’ın davranışlarından başka hareket tarzı tanımam’ diyerek
görüşünde ısrar etti . Zekatın bir kuruşundan vazgeçmedi”
Yalnız Hz. Ebubekir,
savaşmak için Hz. Ali’nin biat etmesini bekleyecekti. Nihayetinde Ali biat
edince sefer için ordu hazırlandı.
“Tehlike çok büyük ve
bütün ashab endişeli idi. Yalnız Ebubekir’in sarsılmaz metaneti gevşemiyor,
tedbir almada hiç kusur etmiyordu. Dinden dönen iki fırkayı perişan ederek
Medine’yi hücumdan kurtarmasının ardından, Usame’nin ordusu geri döndü.
Ebubekir bizzat savaşa
gitmek üzere Medine dışına çıkmışsa da İmam Ali kendisini engelledi.
Ebubekir’in devesinin yularını tutarak: ‘ Nereye Ey Allah’ın Resulu’nün
halifesi ? Sana Allah’ın Resulu’nün Uhud gününde söylediğini söylerim ki;
Kılıcını kınına sok, kendini riske atarak bizi yasa boğma, Vallahi sana bir hal
olursa İslam bundan sonra bir düzene girmez’ dedi” 12
Görüldüğü gibi Hz. Ali
yine o üstün ferasetini göstermişti. Oysaki daha çok az bir zaman önce, Hz.
Ebubekir halife olarak, kendisinin görüşü alınmadan seçilmişti. Sonuçta bütün
bu seferler başarılı oluyor ve düzen sağlanıyordu. Bütün kabileler yine zekat vermeyi
kabul ediyorlardı.
2 yıl sonra Hz.
Ebubekir ahiret yolculuğuna çıkmadan önce yerine Hz. Ömer’i işaret ediyor ve
Hz. Ömer halife seçiliyordu. O ise kendisine Müminlerin emiri diye hitap
edilmesini tercih ediyordu. 10 yıl yaptığı halifelik sırasında, İslam orduları
iki büyük imparatorlukla savaşa tutuşuyor, İran’ı, Irak ve Suriye’yi
fethediyorlardı. Mısır’a giriyorlardı. O çöl de mütevazi bir şekilde yaşayan
Araplar bir anda büyük servetlere ve paralara kavuşuyordu. Bu ani zenginleşme,
herkesin üzerinde menfi bir tesir yapıyordu ve Müslümanlar daha çok şeyler
istemeye başlıyorlardı.
“Önceleri onbeş, yirmi
bin dirhemlik bir servete sahip olan Arap, ünlü zenginlerden sayılırken, İran
ve Suriye fethinden sonra bu kadar bir servete sahip olmayan savaşçı adeta
kalmamıştı. Son derece basit bir gelirle hayat sürdüren Araplar, en sefih, en
fazla süs ve gösteriş düşkünü olan iki kokmuş milletle temas ederek eski hale,
yeni yaşam tarzını tercih etmişlerdi. Dikkate değerdir ki, İran’la muhabbete
başlayıncaya kadar un elemesini, kepeksiz ekmek yemesini bilmeyen Araplar,
artık Roma ve İran mutfaklarına rağbet ediyordu.
Bütün bu değişmeler ve
bütün bu gelişmeler hiçbir basamak basamak ilerlemeye bağlı olmaksızın, hiçbir
geçit devresi geçirmeksizin meydana gelmişti.
Kudüs’ün anahtarını
teslim almak için Ali’yi kendi yerine vekil bırakarak Şam’a giden ve yamalı
gömleğini taşıyan, kölesiyle nöbetleşe devesine binen Ömer; kendisini
karşılamaya çıkan Ebu Ubeyde, Yezid bin Ebi Süfyan ve Halid’i ejderha gibi
atlara binmiş, atlaslar giymiş görünce hayretten hiddete, hiddetten öfkeye
düşerek onları taşa tutmuştu.
Ömer, bu halin güç
hazmedilir olduğunu ve tehlikesini tamamen görmüştü. Fakat bu yasaklanamazdı.
Dünyanın serveti Müslümanlara akıp geliyordu. Hiç kimse serveti kabulden
çekinip kaçınmıyordu. Yalnız bir fazilet şehbali bu altın dağlarının cansız ve
kokusuz zirvesine tenezzül ederek düşünmüyor ve yurt edindiği tok gözlülük o
maden kitlelerine acıklı bir biçimde bakıyordu. Bu fazilet ve kanaat Anka’sı,
Ömer’ül Faruk idi. Hz. Muhammed’le birlikte yaşadıkları hayat tarzını hiç
değiştirmeyen yalnız üç sima görüyoruz: Ebubekir, Ömer ve Ali” 13
Görüldüğü gibi bu
kadar hızlı fetihler ve hızlı zenginleşme İslam’ın mütevazi olarak yaşama,
dünya malına tamah etmeme ilkesini tersine çevirmişti. Herkes daha fazla
kazanma hırsı peşine düşmeye başlamıştı ve Hz. Ömer bu fetihlerin bu kadar
hızlı yapılmasının bir hata olduğunu görmüştü ama ne kendisini böyle zenginlik
içinde karşılayanları, ne de Şam Valisi olan Muaviye’yi görevden alabilmişti.
Acaba o gün onları azletse tarih nasıl akardı, sonuç ne olurdu?
Hz. Ömer Persli bir
Hristiyan köle tarafından Cami’de sabah namazını kılarken katledildiğinde,
kimin Halife olacağını söylememişti.
“Hz. Ömer bir halife
seçmeye mecbur edilince, yani bir düşman tarafından sırtından hançerlenip ölüm
döşeğine düşünce, bir şey yapmalı idi. Filhakika, kendisini ziyarete gelen
birçok sahabi O’na bir halife seçmesinin zorunlu olduğunu söylemişlerdi. ‘Çünkü
Hz. Ebu Bekir bunu yaptı’ demişlerdi. ‘Şayet sen kendine bir veliaht seçmezsen,
karışıklıklar olabilir ve belki de bir iç savaş çıkabilir’ Gelen Müslümanlardan
bazıları, Hz. Ömer’in kendi oğlu, Abdullah bin Ömer’i seçmesini teklif ettiler.
Çünkü Abdullah bin Ömer çok iyi bir Müslüman’dı. Alimdi, mütedeyyindi ve Halife
olmak için bütün şartlara sahipti. Hz. Ömer bu teklife çok kızmış ve yanlış
hatırlamıyorsam, bu teklifte bulunanı tokatlamış ve şöyle söylemişti. ‘Sen
benim Cehenneme gitmemi mi istiyorsun’ Daha sonra devam etmişti. ‘Ne yapacağımı
bilemiyorum. Şayet birini tayin edersem, benden önce, benden daha iyi olan
birisi, Hz. Ebubekir bunu yapmıştı. Şayet kimseyi seçmezsem, bunu da benden
önce ve benden çok daha iyi olan Hz. Peygamber yapmıştı. Şu halde iki şekilde
de hareket edebilirim.’” 14
Sonunda Ömer kararını
vermişti ve herhangi bir Veliaht bırakmak yerine Hz. Peygamber’in en çok
sevdiği 10 kişi vardı onların kendi arasından Halife seçmelerini istemişti.
Yalnız buradaki zorluk şuradaydı. Bu 10 kişiden üçü ölmüştü, kendisi de ölüm
döşeğindeydi, o halde 6 kişi kalıyordu ve herhangi bir eşitlik halinde işler
sarpa saracaktı. Bu topluluğa oğlunu da şartlı olarak kattı. O aday olmayacak,
herhangi bir aday yönünde oylar toplanırsa o tarafı destekleyecek, eğer eşitlik
olursa Abdurrahman bin Avf’ın desteklediği adayı destekleyecekti. Emir-ül
Müminin Hakkın Rahmetine kavuştuktan sonra seçime geçiliyordu. Üç aday, Halife
olmak istemediklerini söylemişlerdi, Ömer bin Abdullah zaten aday olamıyordu.
Abdurrahman Bin Avf’ta adaylıktan çekildiğini açıklayınca geriye, Hz. Osman ve
Hz. Ali kalıyordu. Abdurrahman Bin Avf beş kişiyi odada bıraktıktan sonra
birçok gün ve gece Medine’de dolaşıyor ve halkın ve ileri gelenlerin nabzını
tutmaya çalışıyordu. Herkese kimin seçilmesini istediğini sordu, daha sonra
gelip, seçime geçti.
“Abdurrahman Bin Avf,
Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ayrı ayrı şu suali sorar: ‘Şayet ben seni değil, öteki
adayı seçersem, sen bunu gönül rızası ile kabul edermisin? Ona karşı buğz
besleyip isyan etmezmisin, ona her zaman itaat edermisin? Hatta Abdurrahman bin
Avf, onlara sadakat yemini dahi yaptırır. Her ikiside kabul edip, ‘Evet kabul
ediyorum, hatta başkasını dahi seçsen itaat edeceğim’ dediler.
Böylece bu anket, Abdurrahman bin Avf’ın
sabah ezanını duyduğu ana kadar devam etti. Birkaç gün boyunca gece gündüz
çalışmıştı. Ezan sesini duyunca Camii’ye gitti ve diğer Müslümanlarla birlikte
Sabah namazını kıldı. Namazdan sonra minbere çıkıp, Müslümanlara, şimdi sizin
yeni Halifenizi bildireceğim dedi. Minberden Hz. Osman ve Hz. Ali’ye ayrı ayrı
aynı suali sordu: Şayet ben seni halife tayin edersem, sen her zaman Kuran-ı
Kerim’e, Hz. Peygamber’in sünnetine Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer’in tatbikatına
uymaya söz verirmisin? Hz. Ali şu cevabı verdi: ‘Kur’an-ı Kerim ve Hz.
Peygamber’in sünnetine uymaya evet, fakat ilk iki halifenin tatbikatına uymaya
mecbur değilim. Ben de ictihad yapabilirim, müctehidim, onlara her şeyde uymaya
mecbur değilim.’ Aynı soruya, Hz. Osman şu cevabı verdi: ‘Evet, Kur’an-ı
Kerim, Hadis ve ilk iki halifenin tatbikatına uyacağıma söz veririm’ Bu sırada
Abdurrahman bin Avf ellerini havaya kaldırarak ‘Ya Rabbi şahit ol ki, İslam
menfaati için ben Hz. Osman’ı halife olarak seçtim’ dedi. Minberden inerek, Hz.
Osman’ın minbere çıkmasını söyledi. Bunun üzerine herkes Hz. Osman’a biat etti.” 15
Hamidullah bu meseleyi
böyle anlatırken İbni Kesir’den bir alıntı yaparak Abdurrahman Bin Avf’ın
Medine’de o dolaşması sırasında çoğunluğun Hz. Osman lehinde görüş
bildirdiklerini söylüyor ama kanaatimce bu doğru değil çünkü eğer Hz. Osman
Medineliler tarafından bu kadar sevilen bir kişi olsaydı, o isyan çıkmazdı.
Dahası Hz. Osman’ın ölümünden sonra Ali yanında taraf olmazlar ve yapılan bu
isyanın hesabını sorarlardı. Doğrusu bana yapılan ankette tam tersi bir sonuç
çıkmış gibi geliyor. Doğrusunu ancak Allah bilir.
Bütün bunları niye
anlattım, özellikle bu bölümün son kısmı önemli her şeye ve herkese uygun
hareket edeceğini söyleyen Hz. Osman maalesef Halifeliği boyunca söylediği gibi
hareket etmemiştir. Maalesef Ehli Sünnet yazarları bu konuyu hiç görmemeye
çalışmaktadırlar. Nasıl mı?
“Hz Muhammed,
Mekke’nin kontrolünü Ümeyye klanından söküp almıştı ama şimdi onlardan biri
olan Osman İslam’ın lideri olduğuna göre, Ümeyyeler eskisi gibi unvanlı
Aristokrat olmak istiyorlardı ve Osman’da onlara direnemeyecek gibi görünüyor,
ya da direnmek istemiyordu.
Orduda üst rütbeler,
valilikler, müdürlükler hep Ümeyye’lere gitti. Eski dostlar yetenekli adamlar
gibi gösterilerek önemli yerlere getirildi ve üst makamlar iltimasla ele
geçirildikten sonra yolsuzluklar görülmeye başladı. Bir general çok çalışmasına
rağmen karşılığını göremeyince öfkelendi ve başkaları yüzünden otoritesini
kaybetti. Ve ‘Birisi sığırın sütünü sağarken, ben boynuzunu mu tutacağım?’ diye
itiraz etti.
Hz. Muhammed’in
sadelik ve eşitlik hali Ebubekir ve Ömer dönemlerinde de devam etmişti, ama
Osman döneminde lüks tüketim başladı. Medine’de kapalı bahçeleri, mermer
sütunları olan büyük bir saray inşa edildi, ülke dışından yiyecekler ve aşçılar
getirildi. Ebubekir ve Ömer oldukça mütevazi, Hz. Muhammed’in muavini unvanını
kullandılar. Ama Osman bununla yetinmedi, daha büyük bir unvan istedi, Allah’ın
Muavini –Allah’ın yeryüzündeki temsilcisi- olarak tanınmakta ısrar etti ve
kendisinden sonra gelecek hırslı hükümdarlarında ilahi gücü, dünya gücü olarak
kullanmalarına olanak sağladı.” 16
Mesela zekat’ı
sınırların çok geniş olduğu ve Müslüman nüfusun gayri Müslim nüfustan daha az
olduğu gerekçesiyle mecbur olmaktan çıkardı. Halbuki zekat için Hz. Ebubekir
Müslüman’lar arası bir çatışmanın çıkmasından çekinmemişti. Görüldüğü gibi ne
Hz. Peygamber’in sünnetine, ne de iki halifenin ictihadlarına uymuyordu. Ümeyye
oğullarının yaptıkları ise herkesi iyice çileden çıkarıyordu.
“Hz. Ali İslam’ın
mülklerinin zimmete geçirildiğini söyleyerek herkesi uyardı. Ümeyyeler aç bir
kurt sürüsü gibi gördükleri her şeyi yiyip yutuyorlardı. ‘Osman küstah bir
tavırla omuzlarını silkelerken, kardeşleri de yanında duruyor, develerin
baharda ot yemeleri gibi, Allah’ın mülklerini yiyorlar’ diye konuştu.” 17
“Osman’ın ilk icraatı,
verdiği sözün tamamen zıddına hareket etmek oldu. Gerçekten Osman ne söz
vermişti? Rasul’ün sünnetinden ve Ebubekir’le Ömer’in izinden ayrılmamak.
Halbuki halife olduktan biraz sonra, Hz. Peygamber’le alay ettiği için kovulan
Hakem b. Ebi’l As’ı sürgün edildiği yerden getirmek, bunun uğursuz oğlu
Mervan’ı başkatip yapmak, Fedek bahçesini Mervan’a bağışlamak oldu. Biraz sonra
Sa’d bin Ebi Vakkas’ı azl ile yerine genç bir Emevi’yi geçirdi. Eğer Ebubekir
ve Ömer hayatta olup da Osman’ın bu icraatını görmüş olsaydılar. Şüphesiz
Osman’ı hilafetten indirirlerdi.” 18
Hz. Osman
yaptığı bu iki atama ve sonrasında, Mısır Valisi Amr b. el-As’ı görevden
alıp, yerine Abdullah bin Sa’d’ı tayin edecekti. Bütün bu icraatları hem kendi
sonunu hızla getirecek, hem de İslam toplumunu bir daha hiç birleşmemek üzere
ayıracaktı. Onca yıldır iktidar hasretiyle yanıp tutuşan Ümeyyoğulları artık
aradıkları fırsatı bulmuşlardı ve bir daha iktidardan hiç vazgeçmeyeceklerdi.
Ta ki Abbasi’ler tarafından yıkılıncaya kadar, ama o zamana kadar bütün değerlere
saldıracaklardı.
Hz. Ömer, aslında
neler olabileceği ile ilgili bir şeyler hissediyordu, Abdullah b. Abbas’ın
naklettiğine göre bir gün yanına gelip canının sıkkın olduğunu görüyor. Hz.
Ömer “Hilafet işi hakkında ne yapacağımı bilmiyorum. Kalkıp oturuyorum, bu
hususta kararsızım” diyor. Abbas önce Hz. Ali ile ilgili düşüncelerini soruyor.
“Hiç şüphe yok ki Ali bu işe ehildir. Fakat mizacında biraz mizaha meyil vardır
ve benden sonra Halife olursa muhakkak sizi doğru yola sevk ve teşvik eder
düşünce ve inancındayım” diyor.
“ Dedim ki:
§
Osman hakkında düşüncen nedir?
Dedi ki:
§
Onu yerime geçirsem İbn Ebi Muayt’ı halkın başına bela
eder. Arap da ona ilgi göstermez olur, sonunda boynu vurulur. Vallahi ben onu
yerime geçirsem, o öyle yapar, Arap böyle yapar.
Yani Osman halife
olursa anne bir kardeşi olan Velid b. Utbe b. Ebi Muayt’ı bir devlet işinin
başına getirir, Arap da onun bu gibi adamları iş başına geçirmesinden nefret
duyarak onun aleyhine ayaklanır ve sonunda kendisinin katline sebep olur,
demektir.” 19
Nitekim Hz. Ömer son
derece haklı çıkacaktır.
“Orta Irak’ta,
garnizon şehri olan Kufa’nın valisi olan Valid, emrinde çalışan insanları hor
görüyor, açıkça küçümsüyordu. Saklamaya bile gerek görmediği bir Arap
züppeliğiyle, yerli Irak’lılara taşralı ayaktakımı diyerek hakaret ediyordu.
Suçsuz insanları hapse atıyor, insanların topraklarını ellerinden alıyor, kamu
hazinesinden para çalıyordu. Ama ona göre bütün bu şikayetlerin hiçbir değeri
yoktu. Keçi yellenmesi gibi gelip geçici şeylerdi onlar.
Fakat Valid bir gün
Kufa Camisine sarhoş olarak girip namaz kılanların önünde minberin yan tarafına
kusunca, bardağı taşırdı ve gelip geçer dediği o keçi yellenmesi, bu haberi
Medine’ye kadar götürdü. Kufalılar Medine’ye bir delegasyon yollayıp onun
halkın önünde kırbaçlanmasını istediler, ama Osman onları hemen reddetti.
Dahası, buna cüret ettikleri için delege üyelerini cezalandırmakla tehdit etti
ve Kufalılar Müminlerin Anasından yardım isteyince, öfkelendi ve ‘Irak’lı
sersemler ve asiler Ayşe’nin evinden başka sığınacak yer bulamadılar mı yani?
diye bağırdı” 20
Fakat bu hareket ve
söz, Hz. Peygamber’in en sevdiği eşi olan Müminlerin Anasını, çok kızdırmıştı.
Bugüne kadar Hz. Ali ile hep rakip olan Hz. Ayşe ilk defa onunla aynı saftaydı.
Artık bunlara haddini bildirmek gerekiyordu ve ilk Cuma’yı bekledi. Her ne
kadar kadında olsa O Hz. Muhammed’in eşiydi ve toplumda çok saygı görüyordu,
hiç kimse kendisini böyle aşağılayamazdı.
“ Ayşe daha öncede
sinirlenmişti ama bu kez iyice öfkelendi. Suçlular serbest kalıp ortalarda
dolaşıyor, masumlar dayak yiyordu. Artık hiçbir perde ya da peçe durduramazdı
onu. Halk içinde yüzünü örtmek, sesini kısması anlamına gelmiyordu elbette,
özellikle Cami’de olmamalıydı. Hz. Ayşe bir sonraki Cuma sabah namazında camiye
gitti ve bir zamanlar Hz. Muhammed’in giydiği mesti elinde sallayarak, o keskin
ve yüksek sesiyle Osman’a ‘Baksana buraya sen, Hz. Peygamber’in mesti bile hala
sapasağlam duruyor, parçalanmadı’ diye bağırdı. ‘Sen onun sünnetini
uygulamalarını bu kadar çabuk mu unuttun?’
Hz. Osman onu dikkate
almak zorundaydı elbette. Bir mestin bu kadar etkili bir şekilde
kullanılabileceğini kim düşünebilirdi ki? Camide namaza gelen cemaat birden
öfkelendi, Osman’ı kınamak ve Ayşe’ye destek vermek için herkes mestini çıkarıp
havaya kaldırdı ve salladı. Böylece yeni bir propaganda aracı ilk kez etkili
bir şekilde kullanıldı ve aynı şey daha sonraki yüzyılarda bütün halifelere,
şahlara ve sultanlara karşı yapıldı ve onlar da otoritelerini desteklemek için
Hz. Muhammed’in sandallarını, gömleklerini, dişlerini, tırnaklarını ve saç
tellerini kullandılar.”21
Hz. Ayşe bu muhalefeti
yaptıktan bir müddet sonra Mekke’ye doğru hareket edecekti. Artık olacakları
görmüştü ve orada olmak istemiyordu. Hz. Osman’ın kendi kardeşini cezalandırmak
için söz vermesine rağmen bahanelerle bundan kaçınması artık iyice bardağı
taşırmıştı üstelik kendinden önceki Halife Hz. Ömer’in bir oğlunu böyle bir
hareketinden ötürü cezalandırmış ve ölümüne sebep olmuştu, halk tabiî ki bunu
çok iyi hatırlıyordu.
Sonuçta artık Hz.
Osman indirilmek üzere isyan bayrağı çekilmiş ve Hz. Ali’nin bütün çabasına ve
kendi oğullarını bizzat Hz. Osman’ı korumaları için görevlendirmesine rağmen
sonunda kan akmış ve Hz. Osman öldürülmüştü. Kendisinden yardım isteyen
kuzenini atlatan ve bahaneler üreten Muaviye bu sona katkıda bulunuyor ve
zamanının geldiğini görüyordu. Sahtekar, Mervan bir şekilde bu kargaşadan
kurtuluyor ve Hz. Osman’ın kanlı gömleği ile parmaklarını Muaviye’ye getiriyor,
birde bunlara Amr b. El As gibi çok kurnaz bir adam katılınca Şam’da artık
kazanlar kaynatılmaya başlanıyordu.
Hz. Ali ise bütün bu
kargaşanın içinde İslam’ın selameti için herkesin kendisine verdiği Hilafet
görevini kabul ediyor ama şüphesiz işinin ne zor olduğunu görüyordu. Ümeyyeler,
iktidarın tadını almışlar ve hiç bırakmaya niyetleri yoktu, Ali ise Allah’ın ve
Peygamber’in çizdiği yoldan bir dirhem bile ayrılmayan taviz vermeyen bir
kişiliğe sahipti. Onu İslam ümmetinin sıradan Müslümanları destekliyor ve çok
seviyorlardı, çünkü biliyorlardı ki Ali asla adaletsizlik yapmazdı.
Acaba Hz. Ali’nin
çilesi bitmişmiydi, yani gözlerinde tozlar ve ağzındaki dikenlerle yaşamasının
sonu gelmişmiydi?
Allah’ın Rasulü’nün bütün risaleti
boyunca kurmaya çalıştığı düzen, Adalet, eşitlik ve kayıtsız, şartsız tevhid
inancı idi. Acem’in, Arab’dan, Kürd’ün, Türk’ten herhangi bir fazlalığı ya da
eksikliği yoktu. Bu toplumu dişleriyle, tırnaklarıyla kurmaya çalışmışlardı.
İslam artık iyice fitne ve kargaşanın içine düşeceği çağları yaşayacaktı. Biz
Müslümanlar gelecekte bu dünyada yine yerimizi alacaksak kendi tarihimizi
bilmek ve yüzleşmek zorundayız. Yunus’un dediği gibi Yaradılanı, Yaradan da
ötürü sevmek zorundayız. Kuran’da “Bir toplum kendini değiştirmedikçe biz
onları değiştirmeyiz” (R’ad. 13/11) denildiği gibi, artık kendimizi
değiştirmenin zamanı geldi de geçiyor. Rabbim amelimizce muammele eder inşallah
( Bütün bu yazdıklarım
benim kendi okuduklarım sonucunda çıkardığım bir metindir, doğrusunu ancak
Allah bilir.)
1. (Neh’cül Belaga, s.363, Muhammed bin Ebibekir’i Mısır’a vali tayin ettikten sonraki ona verdikleri emir)
2. Lesley Hazleton, Peygamberden Sonra, s.71
3. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi
4. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi
5. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Kalem Suresi
6. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzzemmil Suresi
7. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müzzemmil Suresi
8. Muhammed Esed, Kuran Mesajı, Müddesir Suresi
9. Peygamberden sonra, Lesley Hazleton, s.18
10. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.302
11. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.303
12. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ebubekir’in hilafeti, s.303
13. Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ömer’in hilafeti, s.312
14. Muhammed Hamidullah İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.118
15. Muhammed Hamidullah İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.122-123
16. Peygamberden sonra, Lesley Hazleton, s.88
17. Peygamberden sonra, Lesley Hazleton, s.89
18. Muhammed Hamidullah İslam Müesseselerine giriş, Hz. Osman’ın Halife seçilmesi, s.332-333
19. Ahmed Cevdet Paşa, Kısas’ı embiya s. 413
20. Peygamberden sonra, Lesley Hazleton, s.90
21. Peygamberden sonra, Lesley Hazleton, s.91-92
* kaynak: https://otekimahalle.wordpress.com/2015/01/15/ozgurluk-teolojisinin-imkanlari-uzerine-tozlu-ve-dikenli-yillar/
0 yorum:
Yorum Gönder