Okuma
grubumuzun konusuna ve alanına giren bir pasajı paylaşmak istiyoruz. Büyük
tarihçi Braudel özellikle Osmanlının yükselişi ve Balkanlara doğru akınlarını
aşağıdaki ifadelerle aktarmıştır. Pasajın konunun ilgilileri için hayli anlamlı
olduğunu düşünmekteyiz. Buyrunuz.
Türk
yükselişi: Küçük Asya'dan Balkanlara
Türk
yükselişinin kökeninde, üç yüzyıllık ısrarlı çabaları, uzun mücadeleleri,
mucizeleri saymak gerekmektedir. XVI, XVII. ve XVIII. yüzyıl batılı tarihçileri
sıklıkla bu "mucizevi" yan üzerine dikkatlerini yoğunlaştırmışlardır.
Gerçekten de, macera ve dinsel tutkunun buluşma yeri olan Küçük Asya'nın
belirsiz sınırlarında kavgaların rastlantısı içinde büyüyen şu Osmanlılar
ailesinin öyküsü ne kadar da olağanüstüdür!
Çünkü,
Küçük Asya en mükemmelinden bir dinsel heyecan alanıdır: savaş ve din burada kolkola
bulunmakta, savaşçı esnaf birlikleri burada kaynamakta ve bilindiği üzere yeniçeriler
güçlü Ahi, sonra da Bektaşi tarikatlarına bağlı olmaktadırlar. Osmanlı devleti ilk
atılımlarını, temellerini, heyecanlarını bu kökenlere borçludur. Mucize küçük
devletin, coğrafi konumuna içkin olan karmaşa ve arızalara rağmen ayakta
kalabilmiş olmasındadır.
Osmanlı
devleti ayakta kalıp, yaşamını sürdürürken Anadolu ülkesinin yavaş
dönüşümlerini kendi lehine kullanmıştır. Osmanlıların talihi, derinliklerine
inildiğinde, Türkistan halklarını batıya sürükleyen, çoğu zaman sessiz güçlü
istila hareketlerine bağlanmaktadır. Osmanlı talihi XIll. yüzyılda Rum ve
Ortodoks olup, tekrarlanan sızmaların ve kesin toplumsal kopuşların sonucunda,
ama aynı zamanda bazıları devrimci, "Babalılar[1], Ahiler, Abdallar gibi
komünist; diğer bazıları da Konya'daki Mevleviler gibi daha barışçı mistikler
olan" Müslüman dinsel tarikatlarının şaşırtıcı dinsel propagandaları
sonucunda Türk ve Müslüman olan Küçük Asya'nın bir iç dönüşümünün ürünüdür. G.
Huart'a göre, Köprülüzade[2] bunların din yayma faaliyetlerini yakında açığa
çıkartmıştır. Bunların şiiri -propagandaları- Batı Türk edebiyatının şafağını
belirlemiştir.[3]
Boğazların
öte yanındaki Türk fethi koşullar tarafından geniş ölçüde kolaylaştırılmıştır. Balkan
yarımadası fakir olmanın uzağındadır, hatta XIV. ve XV. Yüzyıllarda oldukça
zengindir. Fakat bölünmüştür: Bizanslılar, Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar, Venedikliler,
Cenevizliler burada birbirleriyle boğuşmaktadırlar. Dinsel olarak Ortodokslar ve
Latinler mücadele halindedirler; nihayet toplumsal olarak Balkan dünyası aşırı
bir narinlik içindedir -gerçek bir iskambil şatosu-. Bütün bunları akılda
tutmak gerekmektedir: Balkanlardaki Türk fethi şaşırtıcı bir toplumsal
devrimden yararlanmıştır. Senyörlük[4] rejimine tabi, köylüler için sert bir
toplum darbe karşısında şaşkına dönmüş ve kendiliğinden çökmüştür. Topraklan
üzerinde mutlak egemenler olan büyük maliklerin sonu olan fetih, bazı bakış açılarında
"sefillerin kurtuluşu" olmuştur. Küçük Asya, yüzyıllar süren
çabalarla sabırla ve yavaş yavaş fethedilmiştir; Balkan yarımadası
istilacıya direnmemişe benzemektedir. Türklerin çok hızlı ilerledikleri Bulgaristan'da,
ülke onların gelmelerinden çok önceleri şiddetli kırsal karışıklıklar nedeniyle
böylesine bir duruma hazırlanmıştır. Yunanistan'da bile toplumsal
devrim meydana gelmiştir. Sırbistan'da ulusal senyörler yok olmuş, Sırp
köylerinin bir kısmı vakıflara bağlanmış veya sipahilere dağıtılmıştır. Öte yandan, bu
askerler ve senyörlükleri yaşanılan boyu süren bu sipahiler başlangıçta nakdi
ödentiler talep etmişlerdir, angarya değil. Köylülerin durumlarının tekrar güç
hale gelmesi için zaman geçmesi gerekecektir. Üstelik Bosna'da, Saraybosna
civarında, kısmen Bogomillerin canlı
sapkınlıklarıyla bağlantılı olan, kitlesel din değiştirmeler meydana gelmiştir. Durum Arnavutluk'ta
daha da karmaşıktır. Buradaki toprak malikleri kendilerine Venedik presidiolarında[5] sığınak bulmuşlardır;
1501 'e kadar Signoria'ya bağımlı olmaya devam eden Durazzo'nun (Draç) durumu
böyledir. Bu kaleler düşünce, Arnavut soyluluğu ardıllarının bazen bugüne kadar
sürebildikleri İtalya'ya sığınıştır. Ancak
bu, 1600'de Napoli'de sönen Musachi ailesinin durumu değildir. Fakat bu aile
hakkında, 1510'da Giovanni Musachi tarafından yayınlanan ve bir sülalenin
kaderini aydınlatan değerli bir Historia
deila Case Musachi'ye sahibiz. Bu eski ailenin adı, bu ailenin eskiden
muazzam malikanelere sahip olduğu, Arnavutluk'ta Muzekieler ülkesi denilen bölgede muhafaza
edilmiştir. Bu sürgünlerin ve yeni ülkelere uyum sağlamalarının tarihi
şaşırtıcıdır. Ancak bu tarih, Balkanların tüm senyör ve toprak sahipleri için
geçerli değildir. Fakat sonları ne olursa olsun ve hatta kendilerini inkar
ederek anlık olarak kurtulmuş olsalar bile, sorunun bütünü aynı olarak
kalmaktadır: Türklerin karşısında toplumsal bir dünya çökmüştür; bu çöküş
kısmen kendiliğinden olmuştur ve Albert Grenier'nin şu düşüncesinin istisnasız doğru
olduğunu bir kez daha düşünmek gerekmektedir: "ancak bunu isteyen
toplumlar fethedilebilirler".
Bu
toplumsal gerçek, istilacıların tahribat ve başarılarını açıklamaktadır.
Çabucak ve çok uzaklara ilerleyen süvarileri; yolları keserek, hasatları mahvederek,
ekonomik hayatın örgütlenmesini bozarak, ordunun ağırlıklı kısmına kolay
fetihler hazırlamaktaydılar. Sadece dağlık kesimler, yaklaşan yenilmez
istilacıya karşı bir süre korunabilmişlerdir. Bu istilacı Balkan coğrafyasının
gerçeklerine bağlı olarak önce büyük nehir çukurları boyunca uzanan ve Tuna'ya
ulaşan büyük yollara egemen olmuştur: Meriç, Vardar, Drina, Morava. Türkler
1371'de Meriç üzerinde Cernomen' de; 13 89' da Vardar, Drina ve Morava'nın
birbirlerinden uzaklaştıkları. Kosova'da zafer kazanmışlardır. 1459'da bu kez
Demirkapı'nın ötesinde Smeredevo'da, "Morava'nın Tuna'ya kavuştuğu ve
aynı zamanda Belgrad'ın Macar ovasının ön kısımlarına komuta ettiği
noktada" başarılı olmuşlardır.
Türkler
doğudaki geniş ova mekanında da çok çabuk zafer kazanmışlardır. 1365'te başkentlerini
Edirne'ye taşımışlar, 1386'da Bulgaristan'ın tümü, sonra da Teselya'nın tamamı
fethedilmiştir,
Fetih
dağlık batıda daha yavaş ve çoğu zaman da, gerçek olmaktan çok, görünüşte
olmuştur. Yunanistan'da Atina 1456'da, Mora 1460'ta ele geçmiş, Bosna
1462-1466'da,
Hersek
1481 'de
bazı
"dağ krallıkları"nın direnmesine rağmen fethedilmiştir. Bizzat
Venedik, Türklerin Adriyatiğe çıkmalarına uzun süre engel olamamıştır: İşkodra
1479'da, Draç 1501 'de onlardan alınmıştır. Geriye tabii ki daha yavaş olan şu
öbür fethi kaydetmek kalmaktadır: yol, müstahkem mevkiler yapımı, deve
kervanlarının oluşturulması, çoğu zaman Bulgar artçılara (voynuk MAK) emanet
edilen koskoca bir iaşe ve taşıma sisteminin hareketi, nihayet ve özellikle
Türklerin egemen oldukları veya inşa ettikleri veya tahkim ettikleri kentler
aracılığıyla örgütlenen şu fetih. Bu kentler Türk uygarlığının gerçek ışıma
odaklan olmuşlardır: bunlar, sürekli şiddet rejiminin hüküm sürdüğünün
düşünülmemesi gereken yenik ülkelerde, en azından bu ülkeleri
sakinleştirmişler, evcilleştirmişler, terbiye etmişlerdir.
Türk
fethi başlangıcında, doğal olarak boyun eğdirilen toplumların aleyhine olmak üzere
gelişmiştir. Kosova savaşından sonra binlerce Sırp, Hristiyan alemine kadar uzanan
pazarlarda köle olarak satılmış veya paralı asker olarak silah altına alınmış olmalıdırlar;
fakat galip işin siyasal cephesini de ihmal etmemiştir. Bu, II. Mehmed'in
1453'ten itibaren İstanbul'a davet ettiği Rumlara tanıdığı ayrıcalıklarda
görülmüştür. Türkiye sonunda, Yarımadanın bütün halklarının yerlerini
aldıkları, galiple işbirliği yaparak ilginç bir şekilde şurada veya burada
Bizans İmparatorluğunun ihtişamını yeniden ortaya çıkardıkları kadroları
yaratmıştır. Bu fetih yeniden bir düzen, bir pax
turcica
kurmuştur.
1528'de "ülke emindir ve hiçbir soygun haberi, ne de yol kesen haydut haberi
alınmaktadır" diye yazan şu adı bilinmeyen Fransıza inanalım. Aynı
dönemde aynı şeyleri Katalonya veya Calabria için söylemek mümkün müdür? Bu
iyimser tablonun içinde bir gerçek payının olması gerekir, çünkü Hristiyanların
gözünde Türk İmparatorluğu uzun süre hayranlık verici, anlaşılmaz,
düzenliliğinden ötürü şaşırtıcı olarak kalmıştır; çünkü bu imparatorluğun
ordusu Batılıları disiplini, sessizliği ile olduğu kadar cesareti, mühimmatının
bolluğu ve askerlerinin değer ve dayanıklılığı ile de hayran bırakmıştır. Ancak
bu durum, Hristiyanın yukarıdaki duygularının tersine, bu "bütün
yaptıkları işlerde köpekten beter olan" kafirlerden nefret etmelerini
engellememektedir; bu söz 1526'da söylenmiştir.
Ancak
yargılar yavş yavaş daha
adil hale gelmişlerdir. Türkler kuşkusuz Tanrının yolladığı bir bela idiler; İsviçre'nin
Roman bölgesinin ıslahatçısı olan Pierre Viret 1560'ta onlar hakkında
"Tanrı eğer, eskiden imanları gevşeyen Yahudileri olduğu gibi bugün Hristiyanları
Türklerle cezalandırıyorsa buna şaşmamalıyız ... Çünkü Türkler bugün
Hristiyanların Asurluları ve Babillileri ve Tanrının falakası, belası ve
öfkesidirler" (34) diye yazmaktadır. Yüzyılın ortasından itibaren Belan du
Mans gibi olan başka kimseler onların erdemlerini teslim etmeye başlamışlardır;
ve bunun devamında herkes bu garip, tersine ülke hakkında hayal kurmaktan
hoşlanmaya başlayacaktır, çünkü bu Batı toplumundan ve zorlamalarından
sıyrılmanın bir yolu olmaktadır.
Fakat
Türkleri Avrupa'nın hata ve zayıflıklarıyla açıklamak bile bir gelişmedir. Bir Raguza’lı
bunu I.
Maxmilien'e
söylemiştir:
Avrupa
ülkeleri bölünürlerken, "Türklerin imparatorluğunda bütün yüce otorite tek
bir kimsenin ellerindedir, herkes sultana itaat etmekte, o tek başına
yönetmektedir; bütün gelirler ona gitmektedir, tek kelimeyle o efendi, diğer
herkes onun kölesidir". 1533'te Ferdinando'nun elçilerine, bir Venedikli
ile bir kölenin oğlu olan, uzun süre vezir İbrahim Paşanın gözdesi olan şu şaşırtıcı
kişi Aloysius Gritti'nin açıkladıkları da özü itibariyle bunlardır. V. Carlos gücünü
1.
Süleyman'ınkine
karşı rizikoya sokmamaktadır. "Verum
esse Caro/um Caesarem potentam sed cui non omnes obediant, exemplo esse
Germaniam et lutheranorum pervicaciam".
Türk
gücünün, Avrupa zayıflıklarının karmaşasının ortasında gerçek bir mekanik güçle
sıkışmış gibi olduğu doğrudur. Avrupa'nın büyük kavgaları, Türklerin Macaristan'a
kadar ilerlemelerini teşvik ve tahrik etmişlerdir. Busbec haklı olarak "Kısa
zaman içinde basımıza gelen ve ağırlıkları altında hala inlediğimiz bütün bu
bir sürü belaya Belgrad'ın zaptı (29 Ağustos 1521) can vermiştir. İşte, Türkler
bu kapıdan geçerek Macaristan'a girmişler ve bu durum kral Louis'nin ölümüne,
sonra da Buda'nın kaybına ve Transilvanya(Erdel)'nın başka bir dünyaya ait hale
gelmesine yol açmıştır. Ve nihayet, eğer Türkler Belgrad'ı almasalardı eskiden
Avrupa'nın en gelişkin krallıklarından biri olarak bilinen Macaristan'a asla
giremezlerdi" diye yazmaktadır.
Gerçekten
de, Belgrad'ın fetih yılı olan 1521, 1. François ile V. Carlos
arasındaki büyük çatışmanın başlangıç yılı olmuştur. Bu çatışmanın devamı
1526'da Mohaç'ı; 1529'da Viyana'nın kuşatılmasını davet etmiştir. Öyküler'ini bu büyük
olayın ertesinde yazan Bandello, daha da kötüsünü bekleyen,
"Hristiyan hükümdarlar arasında her gün büyüyen uyuşmazlıklar nedeniyle,
"Avrupa'nın bir kantonu haline gelmiş" bir Hristiyanlık
sergilemektedir. Ancak Avrupa Osmanlı ilerlemesini kırmak yerine, tarihçilerin çok
önceden fark ettikleri üzere, başka maceraların cazibesine kapılmakta, Atlantik
ve geniş dünyanın çağrısına kulak vermektedir. Belki de yanlışlanmış, ama ortadan
yok olmamış olan eski açıklamayı terk etmek gerekmektedir, yani büyük keşiflere
Türk fethinin yol açtığına dair açıklamayı bir kenara bırakmak gerekmektedir; aslında
bunun tersine, Doğu Akdeniz'de daha düşük bir çıkar alanının ortaya çıkmasına ve
Türklerin sonradan burada pek fazla zorlukla karşılaşmadan yayılmalarına ve
yerleşmelerine yol açan, bal gibi büyük keşiflerdir. Çünkü, her şeye rağmen
Türkler 1571 'de Mısır'ı işgal ettiklerinde Vasco da Gama'nın Ümit Burnunu
dolaşmayı başarmış olmasının üstünden 20 yıl geçmiş bulunmaktaydı.
Fernand
Braudel, Akdeniz ve Akdeniz Dünyası, 2. Cilt, Eren Yayınları, 4-7 sf.
[1]
Burada kastedilen “Babailer” olabilir. Yazar okuduğu metinlerdeki çeviri hatası
nedeniyle bu şekilde alıntılamış olabilir.
[2]
Muhtemelen kastedilen kişinin Fuat Köprülü’dür.
[3]
İsmet Özel’in şiir ve Türklük arasında kurduğu ilişkiyi bu bağlamda
hatırlayabiliriz.
[4]
Ortaçağdaki toprak sahibi derebeyleri üzerinden işleyen mekanizma.
[5]
Garnizonlu küçük kale.
0 yorum:
Yorum Gönder