Sunuş
Bu
yazı makale formatında olmayıp sadece Melamilik’i, Melamilerin çabalarını
anlayabilme ve bu çabaların günümüze izdüşümünü kavrayabilme temennisiyle
yazılmış informel bir çalışmadır.
İtalik
yazılar tamamiyle vakıa ve tarihsel yaşanmışlıklar
üzerine düştüğüm şerhten ibarettir.
Terkedip nâm-u nişânı
giy melamet hırkasını
Bu melamet hırkasında nice sultan gizlidir.
(Oğlan Şeyh)
Melamilik ve Melamiler
Arapça
“levm” kökünden türeyen “kınamak, ayıplamak ve serzenişte bulunmak” anlamına
gelen melâmet/melamiye, tasavvuf ıstılahında yaygın şekliyle “yaptığı iyilikleri (gösteriş̧ olur endişesiyle)
gizlemek, kusurlarını ise (nefsiyle mücadele etmek, aşağılamak için) açığa
vurmak” olarak tarif edilir.1 Ahmet Yüksel Özemre ise
verdiği bir röportajda Melamiye’yi şu şekilde tanımlamıştır. “Hz. Peygamber’in
ahlakını izhar etmek.”
Tarihsel
olarak Melamilik’i
üç devre halinde inceleyebiliriz. İlki Horasan dolaylarında ortaya çıkmaya
başlayan ve öncüsünün Hamdan Kassar olduğu ilk devre Melamileridir. Daha sonra
bunu Anadolu’da Bayramiyye tarikatından bir kopuş olarak ortaya çıkan öncüsü
Ömer Sıkkini Dede ile vücut bulan ikinci devre Melamileri izlemektedir. Son
olarak ise Balkanlar’da ortaya çıkan Nakşibendi tarikatının bir kolu olan ve
öncüsünün Muhammed Nûrü’l Arabî’nin olduğu üçüncü devre Melamileridir.
A. İlk Devre Melamileri
İlk devre Melamilik’in
derleyicisi Hamdan Kassar Nişabur’da doğmuştur. Kayıtlarda Türk olduğu geçmekle
beraber bir kayıtta silsilesinin Ebu Bekir üzerinden Hz. Peygamber’e bağlandığı
görülmüştür.
Hamdan
Kassar’a
Melamiye’nin derleyicisi dememin sebebi şudur; Melamiye yolunu benimseyen
kişilerin sahip olması gereken temel özellikler incelendiğinde Hz. Peygamber
sonrası ortaya çıkan lüks, şatafat ve bilhassa kibre karşı bir duruş sergileyen
insanlar, işbu özellikleri bünyelerinde barındırmaktadır. Dolayısıyla ortada
örgütlü olmayan münferit hareket eden bir topluluk bulunmaktadır. Bu topluluğun
en önemli özelliği ‘zühd' kavramının etrafında toplanmalarıdır. Yakın tarihte
Melamiye hakkında bilgi veren kişiler birçok tanınmış veli, tarikat pirini
Melami olarak zikretmişlerdir. Bundan mütevellit Hz. Peygamber sonrası başlayan
pasif direnişi bir yandan Proto Melamiye olarak kabul edebiliriz. Hamdan
Kassar’ı da bu inancın derleyicisi olarak görebiliriz.
Bu
devre Melamilik’e
Hamdan Kassar’a atfen Melamiyeyi Kassariye dendiği gibi Ebu Bekre atfen
Tarikati Aliyeyi Sıddıkiye de denmiştir. Bu devir Melamilerin en önemli
özellikleri lüks, şatafat ve kibirden uzak durmalarıdır. Ancak bunlar kâfi
değildir ve asıl gerekli olan Melamiye’ye ismini verecek “kınanma”dır. Şöyle ki
bu devirde Melamiler yaptıkları davranışların insanlar tarafından beğenilmesi,
hoş görülmesi halinde nefislerinin okşanacağından hareketle nefsini köreltmek
amacıyla sürekli olarak toplumda hoş görülmeyen davranışlarda bulunarak
nefislerini terbiye etme yolunu seçmiştir. Buna dayanak olarak ise Kuran’dan
iki ayet getirmişlerdir.
✴
75
- Kıyamet/2 “Ve andolsun kendini kınayıp duran nefse.” (Abdulbaki Gölpınarlı
Çevirisi)
Bu
ayette “Nefsi Levvame (kendi kendisini kınayan nefis)” den bahsedilmektedir ve
Allah bunun üzerine yemin etmektedir.
✴
5
- Maide/54 “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah
yakında öyle bir toplum getirecek ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı
sever. Müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve şiddetlidirler.
Allah yolunda cihad ederler; hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu,
Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah lütfunda sınırsızdır ve her
şeyi bilendir.” (Bayraktar Bayraklı Çevirisi)
Bu
ayette ise Allah’ın emirlerini yerine getirirken kınanan kişinin kınayanın
kınamasından korkmamasından bahsedilmektedir.
İşte ilk devir Melamileri
bu iki ayetten hareketle nefislerini kınamışlardır ve kendilerinin
kınanmasından da korkmamışlardır. Şöyle ki Hamdan Kassar Melamiyeyi şöyle
özetlemiştir: “Halk için herhangi bir hal ile süslenmeyi terk, herhangi bir hal
veya ahlak ile onların rızasını beklemeyi terk ve Allah yolunda kınayanın
kınamasından korkmamaktır.”
Özetle bu devir
Melamileri, “dış̧ görünüşlerinden iç
hallerine intikal edilemeyecek hal, fiil, davranış̧ ve sözleri seçerek avâm
ile avâm, havâs ile havâs olmuşlar; gerçek durumlarını sezdirmemeyi,
toplum içerisinde kıyafet ve görünüşle ayırt edilmemeyi anlayışlarının esası
olarak belirlemişler, sırlarının açığa çıkmasından endişe ettikleri ve
insanların övgülerine yol açacak bir hal oluşunca nefislerinin gururlanmasından
çekindikleri için bir taraftan bu hallerini gizlemeye çalışmışlar, diğer
taraftan da nefisleri ile mücadele etmek için halkın öfke ve tepkisini çekecek,
hatta zaman zaman kınama ve azarlamalarına neden olacak fiiller işlemişlerdir.”2
Şahsi düşüncem, bu devre Melamilerin Melami
olarak adlandırılmasından evvel Mervan ve Abbas oğullarının yaşam tarzlarına
pasif bir direniş sergileyen münferit kişiler vardı. Nitekim bunlar Kerbela’dan
itibaren iktidara karşı direniş hattını oluşturuyorlardı. Bu silahlı bir
mücadeleden ziyade camiyi dolayısıyla toplumu terk, şatafattan uzak duruş gibi
tasavvufun başlangıcı da sayılabilecek bir hareketti. Bu dönemlerde sarayın
etrafında şekillenen din İslam’ın doğumundaki kucaklayıcılıktan uzak olduğu
unutulmamalıdır. Ümeyyeoğulları’nın Ehli Beyt’e ve Arap olmayan ümmete
yaptıkları; Abbasoğullarının Ümeyyeoğulları’na ve alimlere yaptıkları asla göz ardı
edilmemelidir. Bu ümmetin başından Haccac, Hare katliamı gibi şahıslar ve
vakıalar geçmiştir. Camilerde Hz. Peygamber soyuna edilen lanet ile camilerden
uzaklaşan bir halkın bu tercihinin bilinçli olduğu aşikardır. Zamanla yalnızca
şeriatla bağlı kalan “nafile” gibi sonradan dine eklemlenen ibadetlerden uzak
duruşun başlangıçtaki bilinçli pasif direnişle birleşince “kınayanların
kınamasından korkmayanların” vücut bulduğu kanaatindeyim.
Not: Okuma tartışmalarının yapıldığı dönemde
Yavuz (Soysal) ilk devre Melamilerinin insanın nefsinin iyi mi kötü mü olduğu
tartışmasını yaptığını ve bu tartışmadan nefsin kötü olduğundan hareketle daima
tahakküm altına alınması gerektiğini ve dolayısıyla nefsi okşamanın da nefsin
hoşuna gideceğinden hareketle sürekli toplumun kınanmasına kendilerini maruz
bıraktıklarını düşünmektedir.
B. İlk Devre ile İkinci
Devre Arasındaki Dönem
İkinci devre Melamileri
gökten zembille inmedikleri vaka olduğuna göre ikinci devre Melamilerine doğru
bir geçişin olduğu aşikardır. Bu dönemde bilhassa üzerinde durulması gereken
kişi Muhiddin İbn-i Arabî’dir. İbn-i Arabî, Endülüs’te doğmuş İbn-i Rüşd’ün
akılcılığından ziyade keşfe önem vermiş ve vahdet-i vücut felsefesini açıkça
savunan bir kimsedir. Fütûhat’ında Melamiler’den övgüyle bahsetmiştir.
İbn-i Arabî insanları
abidler, sufiler ve Melamiler olarak 3’e ayırmış ve hiyerarşide en üste
Melamiler’i yerleştirmiştir.
Kanaatimce İbn-i
Arabî’nin bu yaklaşımı önemlidir. Zira genellikle Melamiler tasavvufi-sufi bir
kol olarak gözükür. Belli ki İbn-i Arabî Melamilik’i bir meşrep olarak görmüş
ve bu şekilde bu kavramı daha geniş yorumlamıştır. Bunu da şöyle
destekleyebilirim İbn-i Arabi Abdulkadir Geylani, Ebayezidi Bestami gibi meşhur
tasavvuf ehlini de Melami olarak kabul etmiştir.
“Onlar farz namazlara
sadece nafileleri eklerler, çarşılarda dolaşırlar, insanlarla konuşurlar,
farzları insanlarla birlikte eda ederler, her beldeye o beldenin insanlarına ait kkıyafetlerle
girerler, mescitleri mesken edinmezler, insanlar arasında dikkat çekmemek için
Cuma namazının kılındığı mescitlerdeki yerlerini sürekli değiştirirler, konuştukları
zaman Allah'ı murâkabe ederler, insanlar tarafından fark edilmemek için komşular
dışındakilerle pek haşır-neşir olmazlar, bütün ihtiyaçlarını kendileri karşılarlar,
Allah'ın razı olacağı şekilde çoluk- çocuğuyla şakalaşır ve haktan başkasını
söylemezler. Ancak kalpleri ile insanlardan ayrılıp, Allah’la beraber bulunurlar,
ilimde rusûh
sahibi olup, Allah’a kulluktan bir an bile geri durmazlar,
kalplerini rubûbiyet
sultanı istila ettiği ve onun karşısında zelil bulundukları için, riyâsete tamah etmezler,
her makamın gerektirdiği şekilde amel ederler ve halktan gizlenirler.”3
İbn-i Arabî Melamilerin
bu denli gizli olmasını ise şuna bağlar; “Eğer onlar, Allah katındaki
derecelerini insanlara açıklamış̧ olsalardı, insanlar kendilerini ilahlaştırırdı.”
Bence İbn-i Arabî ikinci devre
Melamilerini anlamak için oldukça önemli zira etkisi kuvvetli bir zat ve
Anadolu’da yaygın olan sufi oluşumları etkilediği aşikardır. İbn-i Arabî’ye
kadar var olsa dahi örtülü olan vahdet-i vücut anlayışı sarih bir hal almaya
başlamıştır ve Melamiler de bu inançtan etkilenmiştir.
Vahdet-i vücut anlayışının dışında bu ara
dönemde Melamileri etkileyen ikinci ve en önemli husus ise Anadolu’daki siyasal
gelişmelerdir. Müslümanların Anadolu’ya sürekli akınlarının
dışında Moğol istilasının sebep olduğu Anadolu’ya doğru yaşanan göçün varlığı
göz ardı edilmemelidir. Hülasa Diyar-ı Rûm’un giderek İslamlaşması söz
konusudur ve bunun birinci müsebbibi aleviler/horasan erenleridir. Dolayısıyla
Anadolu’daki sufi akımlarda Ehli Beyt inancı ortodoks İslam inancından daha
fazladır ve çoğu zaman bu grubun iktidarla ilişkisi isyan-savaş boyutunda
olmuştur. Bu anlayışın Melamiler
arasında yayılması da kaçınılmazdır ve bunun sonucu özellikle ikinci devre
Melamilerinde görülecektir.
C. İkinci Devre Melamileri
Bu dönemi Hacı Bayram Veli’nin halefleri
Akşemseddin (Ak Şeyh) ile Seyyid Ömer Sıkkini (Bıçakçı Dede) arasındaki ihtilaf
ile başlatabiliriz. Şöyle ki, Hacı Bayram Veli’nin vefatından sonra Dede Ömer
Sıkkini Akşemseddin’in zikirlerine katılmaz. Akşemseddin de Dede Ömer’in bu
davranışlarında ısrar etmesi halinde onda bulunan tac ve hırkayı alacağını
söyler. Sıkkini de bunları vereceğini söylediği Cuma günü bir ateş yaktırır ve
şunu dediği rivayet olunur: “ Beraber ateşe girelim, keramet tac ve hırkada ise
biz yanarız onlar kalır, değilse onlar yanar biz kalırız.” Ve ardından ateşe
girer ateş ona İbrahim misali dokunmaz ve ateşten sema ederek çıkar.
Bu olayla beraber Akşemseddin ile Dede Ömer
Sıkkini’nin arası tamamen açılır ve Dede Ömer Sıkkini Bayramiyye tarikatına
bağlı Melamiye meşrebini oluşturur. Ara geçiş dönemindeki özellikleri
hatırlarsak ikinci devre Melamileri vahdeti vücudun fazlasıyla tesiri altında
kalmıştır. Ayrıca Anadolu’da yaygın olan Alevi inancının etkisi ile Ehli Beyt
sevgisinin tarikatta önemli bir yeri vardır. Yalnızca Ehli Beyt sevgisi
Anadolu’nun sosyal yaşamından kaynaklanmamaktadır ayrıca Hacı Bayram Veli’nin
mürşidi Somuncu Baba olarak da tanınan Şeyh Hamid Hamid’ûd Din-i Veli’dir. Onun
şeyhi ise Hoca Alaaddin Ali’dir -ki kendileri Safeviye tarikatının lideri ve
tarikata batıniliği sokan kişidir. Hülasa genelde Bayramiyye tarikatında özelde
ise bu tarikatın Melamiye meşrebinde fazlasıyla Ehli Beyt sevgisi ve
beraberindeki siyasi görüşlerin olduğu unutulmamalıdır.
Bendeniz ikinci devre Melamiye’nin de
ilkine benzer bir tepkiden doğduğu kanaatindeyim. Şöyle ki Melamiye’nin en
önemli özelliği nefsi kınandıracak hal ve davranışlar ile nefsi terbiye
etmektir. Ancak giderek bu protest tavır bir örgütlülük hali almaya başladı.
Bunda Melamiye’nin özelliklerinin sadece onların şahsına münhasır olmaması da
sayılabilir zira beynelmilel bir harekettir. Ve dönemin tüm tarikatlarında az
veya çok gözlemlenir. İşte bu tavır tarikatlaşmaya başlamıştır. Tac-Hırka gibi
dindarlığın, veli olmanın alameti farikalarına insandan daha çok rağbet
edildiği bir dönemde bu tarikat ehline de bir karşı duruş ile farklı bir mecraya
yönelmiştir. Bu olaylardan itibaren Melamiye’yi kanaatimce hala tarikat olarak
görmemek gerekir ancak örgütlü bir meşrep olarak kabul edilebilir.
Bıçakçı Dede’nin vefatı ile
Bayrami-Melami pirlerinden en önemlileri Pir Ali Aksarayi, İsmail Maşuki (Oğlan
Şeyh), Hamza Bali, Helvacı Baba, Seyyid Abdulkadir Belhi, Sütçü Beşir Ağa’dır.
Burada en önemlileri ise ilk üç pirdir. Pir Ali Aksarayi inançları halk
arasında karşılık bulmakla beraber karşıtı olanlar da vardır ve bu durumu
çözümlemek üzere Pir’in yanına giden Sultan Süleyman’ın dahi kendisine hürmet
ettiği bir gerçektir.
Pir Ali Aksarayi’nin oğlu İsmail Maşuki
ise genç yaşta padişahın isteği üzerine Pir tarafından İstanbul’a
gönderilmiştir. İsmail Maşuki vahdet-i vücut ve şeriate karşı duruşu ile takip
edilmiş ve 12 müridi ile beraber At-Meydanında asılmıştır. (Bir rivayete göre
başı kesilmiş ardından denize atılmıştır.)
İsmail Maşuki’nin görüşleri ortodoks
İslam inancına açıkça terstir. Mamafih vahdet-i vücut da bu toplumda bir
karşılık bulmuştur. Açıkçası aşkın Tanrı’nın yeryüzündeki tecellisi insan demek
vahdeti vücudu izhar etmekten başka bir şey değildir. Buna rağmen İsmail Maşuki’nin
öldürülmesinin bence tek sebebi bu olamaz. Kabul edelim ki “Şeriatın haram
dediği helaldir.” demek irtidat ile ilişkilendirilerek ortodoks İslam inancında
ölüme sebebiyet verebilecek nitelikte olsa da kanaatim ölüm sebebi devletin
dinine isyandır. Bu isyan şeriate aykırı söz söylemekten ziyade devletin
tekelinden çıkmaktan kaynaklandığını düşünmekteyim. Bu istibdat, takip ve
sonucunda idamların Bayrami-Melamiler’in Safeviye tarikatına ve nihayetinde
devletine eğimli olmaları sonucundan kaynaklandığı kanaatindeyim.
İsmail Maşuki’den sonra diğer bir önemli pir ise
Hamza Bali’dir. Hamza Bali’de Ebussuud Efendi’nin fetvası ile İsmail Maşuki’nin
yolundan gitmekten ötürü idam edilmiştir. Hatta rivayet odur ki idam edilirken
orada bulunan bir molla “sarığı başından alıp öyle asın; sarığa saygısızlık
olmasın” demiştir. Hamza Bali ile Bayrami-Melamilerine Hamzavi Melami denmeye
başlamıştır. Hamza Bali ile ilgili Ahmet Yüksek Özemre şunları aktarır:
“Cezbesi kendisine gâlip gelen bu zât, halka hor görünmekte ve nefsini zelil
kılmakta aşırı bir yol izlemiş, öyle ki köpekler ve tavukların yemesi için
sokaklardaki yalaklara dökülen yemekleri bile yemekten çekinmemiştir. Hatta
"Riyâzattan vazgeçtim; her gün tavuk çorbası
içiyorum" diyerek de sureti tefâhur göstermiştir. İşte bu taşkın hâlinden
nâkşi şeyhi Hüsâmeddin Ankaravî onun adını Hamza koymuş ve kendisine: "Bu
meşrep senin şahâdetine sebep olur, Hz.Hamza'nın
sancağı
altında haşrolunursun" demiştir. Gerçekten de bu gaybî işâret gerçekleşmiş
yeni adı ile Hamza Bali, Kanuni Sultan Süleyman devrinde Şeyhülislam Ebussuud
Efendi'den alınan fetva ile idam edilmiştir. Kabr-i şerifleri de Sivrikapı'da
sırlanmıştır. Bu hatırayı yâd etmek için de Melamiler, Hamzavi tâbirini
öne olarak kendilerini Hamzavi Melami olarak tanıtmışlardır. Fakat bu
tabirinin, düşman çevreler tarafından Melamiler’i töhmet altında bırakmak kastıyla
pejoratif anlamda söylendiği de bazı kaynaklarda yer almaktadır.”
Ezcümle; İsmail Maşuki, Hamza Bali’nin
ölümlerini cezbenin hazmedilmemesine, zabt-u rabt altına alınmamasına bağlamak
kolay kaçmak olacağı kanaatindeyim.
Helvacı Baba ile Melamiye iyice yayılmaya
başlamıştır ve Sütçü Beşir Ağa’nın şehadetinin ardından gizlenilmeye
başlanmıştır. İkinci devre Melamiye’nin ikinci cüz’ü denilebilecek bu dönem ile
Melami’ye açıktan yayılmamış gizliden gizliye halkın ruhuna işlemiştir.
Bu gizlenme hali anlaşılabilir. Hatta
Melamiye’nin bu gizlilik halinin içerdiği bile söylenebilir. Bir görüşe göre
Seyyid Abdulkadir Belhi’den sonra Melami kutuplarının kim olduğu
bilinmemektedir. Bu gizliliği sağlayan en önemli şey ise Melamilerin halktan
ayrılmamalarıdır. Aksine halka karışmışlar ve fütüvvet ehlinden olmuşlardır.
Her biri bir meslek sahibidir. Bu hal hem onların gizlenmesine hem de esnaf,
zanaatkarlar arasında yayılmasını kolaylaştırmıştır.
D. İkinci Devreden Üçüncü Devreye Geçiş Dönemi
ve Üçüncü Devre Melamileri
Sütçü Beşir Ağa’nın şehadetinden sonra
Melamiler’in iyice gizliliğe çekildiği aşikardır. Nice Melami kutupları gelip
geçse de Oğlan Şeyh’ten farklı olarak cezbe hazmedilmeye çalışılmış ve en
azından dışarı vurulmayan bir temkin üzerine olmuştur.
Üçüncü devre Melamilik’i Rumeli’de başlayan
ve Nakşibendi tarikatının ekranı üzerine inşa edilen bir Melamiye yoludur. Bu
yolun kurucusu Seyyid Muhammed Nur’ül Arabi’dir. Bu zatın ismine hürmeten bu
yola Melamiyeyi Nuriyye de denmiştir.
Bu devre Melamiye’nin giderek
sistemleştiği, tarikatlaştığı bir zamandır. “‘Müridin zikir almadan önce Ehl-i
sünnet ve’l-cemâat
itikadına göre ibadetlerini yerine getirebilecek kadar bilgisi olması gerekir’
şeklindeki tavsiyesi ve diğer birçok çalışmasında ortaya koyduğu görüşleri onun
Ehl-i sünnet inancını benimsediğini göstermektedir. Yusuf Ziya İnan eserlerinde
Nuru’l Arabi’nin
Ehl-i sünnet’e
bağlılığına özellikle dikkat çekmiş, farz ibadetlerin yanı sıra sürekli
nâfilelerle de meşgul olduğunu, Melamilik öğretisini Nakşibendiyye’nin
temel teşkil ettiği bir sistem üzerine kurduğunu, düşünce olarak Muhyiddin
İbnü’l-Arabi’nin
vahdet-i vücûd
görüşüyle İmâm-ı Rabbani’nin vahdet-i şühûd
görüşünü tavır ve mertebe farkı şeklinde tanımlayarak telif etmeye çalıştığını
vurgulamıştır.”4
Burada üzerine durulması gereken en önemli
konu Melamiye’nin artık sistemleşmeye başlamasıdır. Lakin şunu göz ardı etmemek
gerekir ki ikinci devre Melamileri ile üçüncü devre Melamileri bir arada
yaşamıştır. Şöyle ki ikinci devre Melamilik’in bilinen son kutbu Seyyid
Abdulkadir Belhi ile üçüncü devre Melamiye’nin ilk şeyhi Nur’ül Arabi arasında
bir konuşma geçmiştir. Bu konuşma bize ikisi arasındaki farkı gösterecektir.
Nur’ül Arabi İstanbul’a geldiği bir vakit Seyyid Abdulkadir Belhi’yi ziyaret
etmeye çalışır. Rivayet odur ki amacı kendi yolunu tasdikletmektir ve onunla
karşılaştığında şunları söyler: “Duyduk ki kutupluk sizde imiş. Eğer kutupluk
sizdeyse, biz de size uyalım. Yok eğer kutupluk bizdeyse, o zaman siz bize
uyun!” Bu söze muhatap kalan Seyyid Abdulkadir ise şu cevabı verir: “Biz öyle
şeyler bilmeyiz. Yalnızca tabiyiz!” Ardından da şu meşhur nefesi okur. “Eller
buğday, biz saman. Eller yahşi, biz yaman.”
İkinci devre Melamiler’i üçüncü devre
Melamilerini, Melamilik taslayan anlamına gelen Mütelamiyye olarak adlandırması
iki yolun arasındaki ayrılığı gözler önüne sermiştir.
E. Melamiye Yolu
Bir
kimsenin Melami olarak adlandırılabilmesi
için yapması gereken birkaç somut davranış vardır. Özetle;
1.
“Külli iradeye bağlanmak
2. Toplantıya gelmeden önce başkaları ile ilgili
düşüncelerden sıyrılmak gerekir. Öğrenci sırf Tanrı’ya zikir için hazır
olmalıdır.
3. Gönüle varma haline ulaşmak için öğrenci bütün
içtenliği ile Tanrı’ya yönelmeli ve zikretmelidir.
4. Yabancılar toplantıya alınmazlar.
5. Ekol mensupları üstünlük iddiasından
hoşlanmazlar.
6. Melamilik’e giden yol gönülden geçer. Allah ne
dünya ne de ahiret için aranır. O ancak manevi zevkte erimek için istenir.
Müminin gönlü Allah’ın evidir.
7. İkiliği atıp birliğe ulaşmak mutluluktur. Tevhit
her şeyin esasıdır. Varlık esasta birdir. Tanrı’nın sıfatlarıyla sıfatlanmak en
yüksek manevi zevktir ve o zaman ikilik kalkar.”5
Melamiye’nin makamları bulunmaktadır. Bu makamlar;
Cem;
Genellikle velilerin makamıdır. Bu, hal ve vahdet makamıdır. Ancak daha
yüksek makamlara çıkmak mümkündür bu da iyi bir Melami olmakla mümkündür.
Hazreti Cem; Bu
makamda insana zatı ve sıfatları geri verilir. Salik, toplum ile başbaşadır.
Toplum içinde daha çok olgunlaşır.
Cem-ül Cem; Hz.
Muhammed ile Hz. Ali vahdette birleşir. Zat Allah’ın zatı, sıfat Hz Muhammed’in
ve fiiller de Hz. Ali’nindir. Bu makamda üç varlık da birleşmiş ve hatta
Allah’tan gayrısı kalmamıştır.
Bu
üçlü aşama tasavvuftaki fena
ve beka kavramlarından başkası değildir. Hıristiyanlık ve doğu dinlerindeki
hulül/inkarnasyon(cisimleşme) kavramları ile yakınlığı da göz ardı
edilmemelidir.
F. Melamilik’in Günümüze İzdüşümü ve Sonuç
Günah işleyenlerin yaptıkları söz ve fillere
kılıf bulmak için “Melami ehlindeniz.” beyanatları bir kenara bırakılırsa
Melamiye’nin İslam coğrafyasına ve bilhassa Anadolu’ya kazandırdıkları değerler
önemlidir ve bugün dahi savunulmalıdır.
İslam’ın ilk evresinde Melamiler saraya,
iktidara ve özelinde bunların tecelli ettiği topluma karşı İslam’ın özünü
kendilerince korumuşlardır. İkinci devre Melamiler’i ise tasavvufun dahi
iktidarlaştığı, tekelleştiği bir dönemde İslam’ın özünü hem diyanet ehline hem
de muktedirlere karşı -ama doğru ama yanlış sözlerle- savunmuşlardır. Bugün her
iki dönemin kötü özellikleri tecelli etmiş iken inananların Melamice bir tavır
sergilemeleri kaçınılmazdır.
Bugün, İslam’ın Hanefi-Sünni olarak Diyanet’in
eli altında büyümesi ve bunun dışında kalanların mürted, haktan sapmış olarak
telakkilerine karşı “kınayanların kınamasından korkmayanlar”dan olmak pasif bir
direniştir.
Bugün, lüksün, şatafatın, israfın su gibi akıp
gittiği yerde; kibrin, aşağılamanın zımnen bir Müslümanın alameti farikası
sayıldığı yerde “kendi kendini kınayan nefs”e sahip olmak önemli bir değerdir.
Sonuç olarak;
Gah giderim medreseye hu
çekerim Hak için
Gah giderim meyhaneye dem
çekerim aşk için
(Nesimi)
Kaynaklar:
1)
Melametiye,
Ali Bolat, İnsan Yayınları
2) Melametiye, Ali Bolat, İnsan Yayınları
3) Fütühatı Mekkiye, Muhiddin İbn-i Arabi, Litera
Yayınları
4) İslam Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları
5) Prof. İ. Agah Çubukçu