Hz. Ali halife olarak
seçildikten, Medine ve yakın çevrelerdeki bütün Müslümanlar biat ettikten sonra
gözler Şam’a çevrilmişti. Fakat Muaviye’den herhangi bir ses çıkmıyordu. Ali
Mısır valisini, Basra valisini görevden azlettiği gibi, Muaviye’yi de Şam
valiliğinden azletti ve geri gelmesini istedi ama Muaviye bunu tanımadı ve
Ali’ye biat etmedi. Evet, Hz. Ali’nin çilesi bitmemiştir ve de aslında daha
zalim yıllar önünde bulunmaktadır.
Daha Muaviye’nin
üstüne yürüyemeden önünde ilk kriz çıkmıştır. Hz. Ayşe’nin akrabaları olan ve
Hz. Peygamber’in en sevdiği 10 kişiden ikisi Talha ve Zübeyir isyan bayrağını
çekmişlerdi. Mekke’ye Hz. Ayşe’nin yanına gitmişlerdi. Peki sebebi, dertleri
neydi, aslında çok basit bir sebebi vardı. Onlarda son dönem zenginleşen,
ganimet, mal mülk derdine düşen Müslümanlar gibi, bu zenginlikten en üst
düzeyde faydalanmak istiyorlardı. Basra valiliğini istemişler, fakat Hz. Ali
bunu kabul etmemişti. Aslında daha birkaç hafta önce Ali’ye biat etmişlerdi ve
Osman’a karşı ilk isyan bayrağını açan Müminlerin annesiyle, birlikte Mekke’den
başlayan bir başka isyan bayrağı daha açıyorlardı.
Ayşe’nin Ali’ye olan
kininin yanına, Talha ve Zübeyir’in makam ve mülk hırsı eklenmişti.
Halbuki “Talha, Talha’tul Hayr’dır, yani hayır sahibi Talha… Hatta
Peygamber’den şöyle bir söz nakledilmiştir. ‘Her kim yeryüzünde yürüyen canlı
bir şehit görmek isterse, Talha’tul Hayr’a baksın’ Zübeyir’in faziletlerine
gelince, O Uhud’da Peygamber’i bütün yüreğiyle müdafaa etmişti. İlk
Müslümanlardandı, yani ilk 5 kişiden biriydi. Ali’den sonra Peygamber’in
bi’setinin ilk yılında Peygamber’e iman etmiş ve onunla birlikte 23 yıl boyunca
ilk cihad etmiş ilk 5 kişiden biriydi. Onlar kendileri için haysiyet, şeref,
iftihar, milli ve umumi övünç vesileleri kazandılar ve İslam’ın mukaddes
çehreleri, Peygamber’in yakınları ve dostları oldular. Onlar böyle adamlardı,
ancak Ali’nin karşısına geçtiler. Çünkü Basra Valiliğini istiyorlardı, Ali ise
onlara bunu vermemişti. Onlar, bundan sonra şahsiyetlerinden geçip bir hiç
olmaya tahammül edememekteydiler.
Ayşe Müminlerin
annesi, Talha ve Zübeyir ise Peygamber’in iki sahabisi ve dostudur. Ali’nin
ashabından biri şöyle diyor. ‘ Eğer onlar barışa razı olmazsa ne yapacaksın’
Ali ‘Onlara kılıç çekeceğim’ diyor. Adam diyor ki, ‘ Talha, Zübeyir ve
Ümmül Mümini’nin batıl yolda olmaları hiç mümkün mü?’ Ali’nin burada verdiği
buyruk bugün gerçekten tüm insanlık için bir ders niteliğindedir. ‘İnsanların
değerini hak ile mukayese etmek gerekir, hakkın ve hakikatin değerini,
kişiliklere, kişilerin celaline ve görkemine göre değil’ İnsanı hakkı esas alarak
değerlendir, hakkı insanı esas alarak değerlendirme; hak ve batılın bilmen
gereken esasları ve temelleri vardır. İnsanların, şahsiyetini, geçmişini bir
tarafa bırak. Onları bu esasa göre değerlendir” 1
Hz. Ali işte tam
burada adaletin kişilere göre değil, evrensel olduğunu ve kim haksızlık yaparsa
karşısında durulması gerektiğini ne güzel söylüyor. İşte bu yüzden Hz. Ali
öteden beri Müslüman dünyanın vicdanı olmuştur. Onun ilk Müslüman olanlardan
biri olması, Peygamber’in akrabası ve damadı olmasının yanında yiğitliği ve
adalete olan bu inancı Müslüman halkta tarih boyunca karşılık bulmuştur. Onun
ve evlatlarının şehit edilmesinin acısı o yüzden bir türlü hafiflememektedir.
Ayşe, Talha ve Zübeyir
Mekke’den topladıkları orduyla Ali’ye bir isyan başlattılar ve çok istedikleri
Basra üzerine yürüdüler. “Ayşe ve Enişteleri yanlış hesap yapmışlardı.
Basralılar onları sadakat konusunda ayrılmış olarak karşıladılar ve
zorlandıkları için kızdılar. Basralılar, Müminlerin anası olarak Ayşe’ye saygı
gösteriyor ve Osman’ın intikamı çağrısını anlıyorlardı ama Hz. Ali’ye olan
saygıları daha büyüktü. Hz. Ali garnizon şehrindeki eski, ahlaksız valiyi
değiştirmiş, yeni, dürüst ve yasalara saygılı bir vali atamıştı ve halk o valiyi
seviyordu. Bu nedenle Mekke ordusunu Ayşe ve diğerlerinin bekledikleri kadar
sevgiyle ve hoşgörüyle karşılamadılar ve aslında onların şehre bile girmelerini
istemediler. Yeni Vali onların şehir dışına kamp kurmalarını istedi ve Hz.
Ali’nin gelişini bekleyelim dedi.” 2
Fakat Talha ve
Zübeyir’in bu isteği dinlemeye hiç niyetleri yoktu, şehre ve camiye zorla
giriyorlar, onlarca insanı öldürüyorlardı. İtiraz eden valinin saçını, sakalını
kesiyorlar, kırbaçlıyorlardı. Bu haberleri duyan Hz. Ali dehşet içinde kalmış
ve ordusunu toplayarak üzerlerine yürümüştü.
“Basralıların çoğu
hangi tarafı tutacaklarını bilemediler. Birisi çıkıp, ‘Bu fitneye inanan hiç
kimse kendisini ondan kurtaramayacak’ diye konuştu.” 3
Gerçekten büyük bir
fitneyle karşı karşıyaydılar ve Ali sonuna kadar savaşmamak için uğraştı. Artık
Talha ve Zübeyir’de savaşmak istemiyorlardı, bir araya geldiler, çadırda oturup
anlaşmaya çalıştılar. Üç gün boyunca oturup konuştular. Barış konusunda
anlaşamamışlardı ama şu anda savaşmamaya karar vermişlerdi. Savaş yapmadan
sorunu çözmeye kararlıydılar. Fakat sabaha karşı Ali’nin kampına, hala kim
oldukları bilinmeyen birilerinin saldırması sonucunda artık savaş kaçınılmaz
olmuş ve Müslümanlar birbirlerini kırmaya başlamışlardı. Ama bir söylenti o
günden bugüne devam etti, bu saldırının Ayşe’nin ordusu içinde bulunan Zalim
Mervan ve adamları tarafından yapıldığı bir dedikodu şeklinde yayıldı. Tıpkı
Hz. Osman’ın sonunu getiren hamleyi yaptığı gibi burada da savaşı başlatmak
için son hamleyi yapmıştı.
Tarihe Cemel Vakası
olarak geçen ve bir tarafın başkumandanlığını Hz. Ayşe’nin yaptığı bu savaş
sonucunda binlerce insan ölmüştü ki bunların arasında Talha ve Zübeyir’de
vardı. Çok acı bir tablo ortaya çıkmıştı ve Hz. Ali üvey kardeşinin eşliğinde
Hz. Ayşe’yi Mekke’ye gönderiyordu, artık ömrünün sonuna kadar hiç siyasi vakaya
karışmayacaktı. Bu hadisede ki en önemli noktalardan biri ise şu anda İslam
dünyası içinde fiili olarak büyük ayrımcılıklara tabi tutulan ve neredeyse
Camilere sokulmayacak kadar hak gasbına uğrayan kadınlara bakınca, Hz. Ayşe’nin
itirazları ve bir savaşı yönetmesi çok önemli değimlidir? Velev ki Peygamber
hanımı dahi olsa, bu çok önemli bir tarihi karakter olduğunu gösteriyor.
Kadınların şu anda ki halini düşününce nasıl önemli görünüyor. Aslında bu
savaşta her iki tarafta kaybetmiş ve sinsi bir şekilde Şam’da zamanının
gelmesini bekleyen Muaviye kazanmıştı. Bu savaşın birçok trajik yönleri de
olmuştu Müslümanların bu çapta birbiriyle savaşması ilk defa oluyordu, kardeş
kardeşi katlediyordu. Örneğin
“ Katledilenler
arasında şanslı şehid Muhammed bin Talha’da bulunuyordu, Bu Muhammed, Ali’nin
seçkin ve yakın dostlarından biriydi. Ali, onu öz evladı gibi seviyor ve
eğitimine özen gösteriyordu. O da Ebubekir’in oğlu Muhammed gibi, babasının
değil Ali’nin yanında oturduğu için Cemel savaşı başında Ali’nin yanında idi.
Babası Talha onu davet etti, gitmedi. İkinci bir mektupla davet ederek Ali’nin,
bir evladın babasının yanında bulunması gerektiği kanaatine sahip olduğunu
ileri sürdü. Ali, Muhammed’e izin verdi, babasının yanına gitti. Savaşta
zorunlu olarak babasına eşlik etti. Fakat, safların ortasında, kalkanı
ayaklarının altında, iki parça ettiği kılıcı kalkanının yanında, elleri
göğsünde kavuşmuş olduğu halde durdu… Ve Şehid oldu. İmam Ali sevgili
evlatlığını başsız, kalkanının üzerine düşmüş, kolları niyaz ve teslimiyet
halini gösterir bir şekilde göğsüne kavuşmuş bir şekilde gördüğü zaman,
feryatlarla ağlamaya, o gül renkli hazin başı koklayıp öpmeye başladı. Talha ve
Zübeyir’in naaşlarını bulduğu zaman da yüksek sesle sarsılarak ağladı.”4
Bu zafer aslında Hz.
Ali’nin en acı günlerinden biri idi, belki görünüşte iktidarını devam
ettirmekle beraber, Müslümanların birbirlerini kırması sonraki yıllarda daha
çetin olacaktı. Bu savaş, Osman’ın öldürülmesini bahane eden Muaviye’ye biat
etmemesi için bir bahane daha çıkarmıştı, diyordu ki, ‘Senin ordunun içinde
Halife Osman’ın katilleri var, onları bize teslim et.’ Bu tabii ki bir
bahaneydi, Osman’a bu kadar yandığını ve hakkını aradığını iddia eden Muaviye
onu kurtarmak için isyan süresince bir kişi bile Medine’ye göndermemişti.
Bu olayın üzerinden
daha fazla bir zaman geçmemişti ki, Hz. Ali Muaviye’ye bir elçi gönderiyor ve
Muaviye’ye kendisinin ve Şam halkının biat etmesini istiyordu. Muaviye, Hz. Ali’nin
Mısır Valiliğinden azlettiği ve kendisine sığınan Amr Bin As’a ne yapması
gerektiğini soruyordu. Bunun üzerine çok kurnaz bir adam olan, Amr bin As
“ ‘Bütün Şam ehlini
Mescid’e topla, minbere çık. Kanlı gömleği de minbere çıkar. Hz. Osman’ın
kanını Hz. Ali’nin boynuna dola’ dedi. Muaviye’de Amr’ın dediği gibi yaptı,
sonra Şam halkından çok kişi toplandılar; ‘ Biz Hz. Ali ile savaşa gideriz,
Çünkü Hz. Osman’ı öldürenlerden yana çıktığı için Hz. Osman’ın ölümüne o sebep
olmuştur” dediler.” 5
Ali bu haberi alır
almaz asker topladı ve Muaviye’nin üstüne yürümeye başladı. Bunu duyan
Muaviye’de kendi ordusunun başına Amr bin As’ı Başkomutan tayin etti.
Sıffin’de karşılaştılar. İlk vuruşmalar çok kanlı olunca araya girenler
oluyordu ve Muviye’ye silahı bırak diyorlardı ve Peygamberin amcasının oğluna
biat et, Muaviye ise Hz. Osman’ın kanından vaz mı geçeyim ben asla vazgeçmem
diyordu. Bunun üzerine mesela, Hz. Kays;
“ Ey Muaviye bütün
halk bilir ki sen Hz. Osman’ın kanını dilemezsin. Ama o bahane ile İmamlık ve
başkanlık elde etmek istersin. Şimdi sen onu bırak ta, Hakka baş eğ. Bir kimse
bir şeye ümidini bağlarsa elbette onu bulamaz. Eğer dilersen bu işi, Hak
Teala’dan dilerim ki bu işe iki ayak bastın, tamamlayamazsın. Bütün Araplar
içinde rüsvay olasın. Bil ki sen nice Müslüman’ın, nice sahabenin kılıçtan
geçirilmesine ve şehid edilmesine sebep olacaksın. Ama onların kanı seni
cehenneme sürükleyecektir” 6
Bütün bu telkinlere
rağmen uzun sürecek bir savaş başlamış oldu, Ali Irak’lıların başında, Muaviye
ve Amr bin As ise Şam ordusunun başındaydı. O gün başlayan bu savaş günümüzde
dahi iki halk arasında sürmektedir. Bu günün düşmanlığı ta o günlere kadar
dayanmaktadır.
Sıffin’de önce haram
aylarda oldukları için Hz. Ali savaşmak istemedi, Amr bin As’ta ona hak verince
bir müddet savaşmadılar. Sonra Muaviye Ali’ye “Bize Osman’ın katillerini ver,
sonra da sen de, ben de halifelik davamızdan vazgeçelim, daha sonra da halk
hangimizi istiyorsa onu halife seçsin” deyince, Ali buna çok sinirlendi ve “
Sen beni halifeliğe getirmedin ki, çekilmemi istiyorsun” dedi, sonra şiddetli
bir savaş başladı. Birkaç gün savaşta çok kan dökülünce Hz. Ali, Muaviye’ye;
“Ey Muaviye, niçin bu
kadar halkın kanına giriyorsun? Benimle cenk meydanında savaş ki Yüce Allah
ikimiz arasında hüküm versin. Ya ben kalayım, ya sen kalasın.
O zaman Amr bin As;
§
Ali, insaf yolunda, haklı ve doğru söz söyledi, dedi.
Fakat Hz. Muaviye, Hz.
Ali’ye varmadı. Amr bin As;
§
Karşı çık, harb savaş eyle, dedi. Hz. Muaviye
§
Hey Amr, anlaşılıyor ki memleketin padişahlığına tamah
eylemişsin. Beni, niçin Hz. Ali’ye karşı cenge gönderiyorsun? Ben hiçbir kişi
görmedim ki, Hz. Ali ile cenk edip onun elinden sağ ve selamet canını
kurtarsın” dedi. . 7
Muaviye hem Ali’nin
yaptığı adaletli davranıştan kaçıyor, hem de aslında Amr’ın da niyetinin ne
olduğunu görüyordu. Savaş daha sonra çok şiddetli devam etti ve Hz. Ali
artık Muaviye’nin güçlerini iyice sıkıştırmaya başlamıştı. Savaş Ali’nin lehine
sonuçlanmak üzereyken,
“ Muaviye, Amr bi
As’tan bir hile istedi. Oda
§
Mushafları mızrakların ucuna tak, Ey Irak ehli, diye
nida ettir. Biz sizi Allah Teala’nın kitabına davet ediyoruz desinler, dedi.
Muaviye’de askerine
emir verdi, nida ederek;
§
Ey Müslümanlar Irak ve Şam’da adam kalmadı. Bundan
sonra Müslümanlık şartını kimler yerine getirir? Namazı kimler kılar, orucu kim
tutar ve gazaya kimler koşar? Ama biz sizi Allahu Teala’nın kitabına
çağırıyoruz, cengi boğuşmayı bırakın. Allah Teala’nın kitabına uyun, biz de,
siz de ona iman getirmişizdir, onun hükmüyle amel etmekteyiz, dediler.” 8
Kuran sahifelerini
mızrak ucunda gören Ali taraftarları silahları bıraktılar, artık savaşmak
istemediler, Hz. Ali yalvarıyordu, bunun bir oyun olduğunu, artık düşmanın
yenilmekte olduğunu o yüzden böyle bir hileye başvurduğunu söyledi ama heyhat
bir türlü başaramadı, sonunda çaresiz silahını bırakmak zorunda kaldı. Çünkü
kendi taraftarları sen Kuran’a karşımı savaşıyorsun diye ona saldırmaya
başlamıştı. Oyun bitmemiştir, bir de hakemlik olayı çıkarırlar. İki tarafta
birer hakem seçecektir, onlar aralarında anlaşacaklardır. Daha sonra bu
anlaşmaya her iki tarafta uyacaktır. Çaresiz bunu da kabul etmek zorunda kalır.
Muaviye’nin hakemi tabii ki Amr bin As’tır çünkü onun kadar kurnaz bir adam zor
bulunurdu. Muaviye aslında çok güvenmemekle beraber, ondan daha mahir birini
bulamazdı. Hz. Ali ise Abdullah ibni Abbas’ı seçti ama bunu bir türlü kabul
ettiremedi. Irak halkı ille de Ebu Musa El Eşari’nin seçilmesini istediler. Hz.
Ali
“Ebu Musa elinden
Basra beyliğini aldığımdan ötürü bizimle küsülü ve garazlıdır. Yerine İbni
Abbas’ı bey yaptım. Ebu Musa bu işe hayretmez dedi. Iraklılar ise biz Ebu
Musa’ya razıyız, onu hakem kıl dediler. Emirül Müminün ise şöyle dedi. ‘Bir
kimsenin ki sözü tutulmaya, tedbiri rast gelmez’” 9
Gerçekten de öyle
oldu, 8 ay sonunda anlaştık diyerek çıktıkları çadırdan Amr bin As’ın hilesiyle
halifeliği Muaviye’ye verdiler. Halk Ebu Musa’nın üzerine saldırdı Ebu Musa
kandırıldığını anladı, kahretti ve uzaklaştı. İsyanlar kavgalar birbirini
kovalıyordu. Amr, Muaviye’yi halife ilan etmiş, diğer tarafı kargaşa içinde
bırakmıştı. Bir kısmı dediler ki ne olursa olsun biz Hz. Ali’nin yanındayız,
bunlar daha sonra Şia olarak, yani Ali’nin taraftarları olarak anılmaya
başlayacaklardı. Bir kısmı ise Hz. Ali’ye kızdılar, Muaviye ile yapılan
anlaşmaya razı olduğu için onu suçladılar.
“ Ebu Musa’yı niçin
hakem olarak gönderdin? Bu büyük bir günahtır. Hakemlerin hükmüne karşı asker
topla ki karşı çıkalım, Muaviye ile savaşalım dediler. Hz. Ali’de
Ben bu iki hakemin
hükmüne razı değilim. Siz bana cebren ve kahren ahd ettirdiniz ve imza aldınız.
Fakat ahitten sonra pişmanlık doğru değildir. Sabredin görelim, iki hakem ne
karar verirler dedi. Sonra Hz. Ali’ye kendi yaranından birisi geldi,
Bütün halk
toplanmışlar, senin için Kafirdir diyorlar, seninle döğüş yapmak istiyorlar
dedi.
Hz. Ali;
§
Onlar benimle cenge başlamayınca, ben onlarla döğüş
yapmam dedi. O iki harici sabrettiler, Ebu Musa’yı Amr bin As’ın aldattığını ve
Hz. Ali’yi halifelikten çıkardığını öğrenince sevindiler ve Hz. Ali’ye;
§
Biz, sana onlara razı olma demedik mi? Şimdi işte
kafir oldun ve kavmin ve sen helak oldun dediler.
Hz. Ali ertesi Cuma
günü, minbere çıktı. Hutbe okudu, bir kişi kalktı ‘La hükme illa lillah’ dedi.
Cemaatten birkaç kişide böyle dediler. O zaman Hz. Ali
Şüphe yoktur ki bu
kelime haktır. Lakin Hak Teala’nın kullarından Kamil kişi gerektir ki
yeryüzünde Allah Teala’nın hükmünü izhar kılsın ve onunla amel etsin. Ta ki Hak
kaybolmasın dedi.
Bundan sonra birkaç
kişi daha kalkıp
§
La hükmü illa lillah dediler.
Yüz kişiden fazla
olunca Ali ;
§
Ey halk benimle sizin aranızda üç hal kaldı. Birincisi
sizi cemaatten men eylemem, ikincisi eğer benimle cenk ederseniz, siz cenge
başlamadan ben cenk yapmam. Üçüncüsü de şudur ki Eğer benimle cenkleşirseniz
nasibinizi veririm dedi.
Bunun üzerine bu
kişiler; Hz. Ali’ye sadece Ali diye bağırdılar. Ali yeniden;
§
Siz benimle cenk etmezseniz, ben sizinle cenk etmem
dedi.
Bunlara bir emniyet
geldi ve
§
Dünyanın baki kalacağı yoktur. İslamiyet için savaşmak
gerektir dediler. Bu iki halk Iraklılar ve Şamlılardır ve Ali ile Muaviye’dir,
hepsi kafir oldular. İki hakemin hükmüne rıza gösterdiler dediler.” 10
Evet böylece ilk
mezhep olan Hariciler ortaya çıkıyordu ve görüldüğü gibi itikadi değil siyasi
olayların sonucunda oluşuyordu. Ali’nin çilesi galiba ölünceye kadar
bitmeyecekti. Haricilerin lideri Abdulvahhab’tı, Hz. Ali’ye şöyle diyordu.
“’Sen ve Suriyeliler
yarış atları gibi inançsız bir halde yarıştınız, Allah Muaviye ve
takipçilerinin ya tövbe etmelerini ya da yok edilmelerini emrediyor, ama sen
onlarla anlaştın, kararı insanlara bıraktın. Allah’ın kitabına değil, insanlara
yetki verdin, onun için yaptıklarının bir değeri yok ve sen kaybolmuşsun!’
Takipçileri onu
desteklediler ve bağırarak, Halife’nin rolünün tartışılamayacağını söylediler.
Allah’ın habercisinin seçilmesi kutsal bir hak konusuydu. Bu hak Ali’nindi ama
bu hakkını kaybetmişti. Kutsal yasaları çiğnediği için Ali’de Muaviye kadar
suçluydu. İkisi arasında fark yoktu ve Allah ikisini de sevmiyordu. Adamlar
durmadan hükmü sadece Allah verir diye bağırdılar, Sadece Allah’a aittir hüküm
vermek!”11
Bu itiraz edenler
kendilerine dışarı gidenler, dışarıda kalanlar anlamında Hariciler adını
verdiler ve Nehrevan’a yerleştiler ve burada kendi “Cennet”lerini kurmak
istiyorlardı.
“Bir gün Hz.
Muhammed’in ilk yakınlarından birinin çiftçi olan oğlunu yakaladıkları zaman
sorun iyice büyüdü. Onlardan bazıları yiyecek bulmak için onun köyüne girmiş ve
onu da diğer köylülere örnek olarak göstermek istemişlerdi. Köylünün babası
Deve Muharebesinden önce taraf tutmayanlardan biri olduğu için, ona kasıtlı bir
soru sordular. ‘Baban Hz. Peygamber’in kendisine, insanı bedenen olduğu gibi
kalben de öldüren bir fitne olacak ve sen o zaman yaşıyorsan, öldüren değil,
ölen ol, dediğini söylemedi mi sana’
Hz. Peygamber köylünün
babasına gerçekten de söylemişti bunu ve çiftçi korkudan titreyerek anlattı
onlara, bu adamlardan yana olduğunu söylemezse, gerçekten de öldüren değil ölen
olacağını biliyordu. Ama adamlar onu sıkıştırmaya başlarken, çiftçi bütün cesaretini
topladı ve ‘Hz. Ali Allah’a sizden daha yakın’ dedi. Bunu söyleyerek kaderini
de belirlemiş oldu. Retçiler için Hz. Ali bir kafirdi ve bir kafiri koruyan
kişi kendisi de kafir ve ölümü hak etmiş oluyordu. Çiftçiyi yakalayıp
bağladılar ve hamile karısıyla beraber nehir kıyısındaki bir hurma bahçesine,
bir hurma ağacının altına götürdüler.
Anlatılanlara göre, o
sırada bir ağacın dalından kopan bir hurma yere düştü ve Retçilerden biri onu
alıp ağzına attı. Ama grubun lideri olan adam arkadaşına, ‘Bahçe sahibinden
izin almadan ve parasını vermeden hurmayı yiyemezsin, çıkar onu ağzından !’
dedi. O sırada onlardan biri etrafı korkutmak için kılıcını çekip sallayarak
birkaç kez döndü ve kılıcı tesadüfen bir sığıra vurup hayvanı öldürdü.
Diğerleri ona, gidip sığırın sahibini bulmasını ve hayvanın parasını ödemesini
söylediler. Adam gidip hayvanın parasını ödedi ve o zaman hepsi hayvan ve hurma
konusunda haksızlık yapmadıklarını düşünerek çiftçiyi cezalandırma konusuna
geri döndüler. Çiftçiyi yere diz çöktürüp, gözlerinin önünde karısının karnını
deştiler ve karnındaki çocuğu çıkarıp parçaladılar. Sonra çiftçinin başını
kestiler. Olayın tanıklarından biri, ‘Adamın kanı oluktan akar gibi aktı’ diye
anlattı. Böylece, adalet yerini bulunca, (hurma ağızdan çıkarıldı, ineğin
parası ödendi ve çiftçiyle hamile karısı öldürüldü) adamlar aldıkları
yiyeceklerin parasını ödediler ve Nehrevan’a döndüler.” 12
“Hz. Ali bu
cinayetleri duyunca çılgına döndü ve bu katillerin kendisine teslim edilmesini
istedi. Fakat buna karşılık Vahab şöyle dedi. “ ‘Hepimiz onların katiliyiz ve
hepimiz diyoruz ki, senin kanın şimdi helaldir Ali, bunun için bize izin
verildi’
Bu sözler açık bir
savaş ilanıydı ve Müslüman dünyasında bunları duyanların hala kanları donar.
Bunlar kendilerini amansız doğrular olarak gören, Allah adına hiç zorlanmadan
insan öldüren adamların sözleriydi. Hz. Ali yine üçüncü kez olarak çaresizdi ve
en çok nefret ettiği şeyi yapmak zorundaydı. Nehrevan’a gittiler, savaş
kanlı oldu ve çabuk bitti. Retçiler kendi hayatlarını hiçe sayarak Hz. Ali’nin
büyük güçlü ordusuna saldırdılar. Saldırırken birbirlerine ‘Gerçek bizim için
parladı’ diye bağırdılar. ‘Allah’a kavuşmak için hazır olun!’ ‘Cennet’e acele
koşun! Cennet’e!’ haykırışları da modern intihar bombacılarına meşum bir çağrıydı
sanki.
Retçilerden sadece 400
kişi hayatta kaldı, ama hepsi ölse Hz. Ali için daha iyi olacaktı. O gün
ölenlerin anısı hiçbir zaman unutulmadı.
Fitneden kaçınmak için
çok büyük fedakarlıklar yapmış olan Hz. Ali, her şeye rağmen üç kez iç savaşa
katılmış oluyordu. Üç savaşta da gelip gelmişti ya da Sıffin’de askerleri silah
bırakmasaydı öyle olacaktı. Ama kendisinden nefret etmeye başlamıştı, bu
duygudan kaçınamıyordu. Yirmi beş yıl bunun için mi beklemişti yani? İslam’ı
yeni bir birlik dönemine götürmek için değil de, başka Müslümanları öldürmek
için mi beklemişti?
Hz. Ali bir gün kuzenine, ‘Halife olduğumdan beri her şey bana karşı
gelişti, beni küçülttü, zayıf düşürdü’ diye konuştu. ‘Eğer yolsuzluklara,
çürümeye karşı durma ihtiyacı duymasaydım, liderliği bırakıp bir kenara çekilir
ve tatsız tuzsuz bir yaşama başlardım’” 13
Evet Hz. Ali artık
iyice yorulmuştu, bir yandan Münafıkların yaptıkları, diğer yandan cahillerin
eyledikleri onu çok yıpratmış ve Ümmeti bir türlü fitneden kurtaramamıştı.
Hiçbir savaşta yenilmemesine rağmen çeşitli dalaverelerle etrafı
boşaltılıyordu. Kufe ve Basra’lılara kızgındı. Mısır’a Vali olarak atadığı üvey
oğlu katledilmiş ve Amr bin As oraya vali olarak gitmiş kendisini tanımıyordu.
Şam’da Muaviye bir hile ile halifelik ilan etmişti. Mekke’de Ayşe vardı, oranın
halkı da Ali’yi tanımıyordu, kendisine söz verenler etrafını boşaltmıştı.
Hz. Ali 661 yılının
Ramazan ayının 21. Günü mescitte uğradığı suikast neticesinde şehid oluyordu.
11 yaşından hayatının sonuna kadar bir ömrü Hz. Muhammed ve İslam yolunda feda
ediyordu. Kendisinin adı ve yaşadıkları o günden bugüne kadar bütün İslam
dünyasında hep hatırlanacaktı. Kendisi ve evlatlarının hatırası devamlı
yaşayacaktı. Yiğitliği, adaletten şaşmaması ve dünya malına tamah etmemesi ile
herkese bir örnek olacak ve İslam dünyası ondan sonra hep Ali’ye göre
şekillenecekti. Ona ve ailesine yapılan zulümler hiç unutulmayacaktı.
Kimilerine göre Hz. Ali Tanrının yeryüzündeki sıfatıydı, kimilerine göre hakkı
gaspedilmiş ilk ve tek halifeydi, kimilerine göre bir veliydi, kimilerine göre
Allah’ın Aslanı idi, kimilerine göre de fitne çıkarandı. Bütün bunlara rağmen
ona ve ailesine yapılanlar aslında Müslüman vicdanda hep lanetlenmiştir.
Anlatılan tarih Hz.
Ali’nin ölümünden Haricileri sorumlu tutmaktadır. Haricilerden birkaç
kişi, bir gün oturuyorlar ve diyorlar ki ‘İslam dünyası Muaviye, Amr bin As ve
Ali yüzünden fitne içindedir. Onları öldürmek gerekir ki Müslümanlar rahat
etsin ve aynı gün üçüne de suikast yapmayı kararlaştırıyorlar. Fakat işin tuhaf
tarafına bakın ki bir tek Hz. Ali ölüyor, Amr bin As o gün hasta olduğu için
mescide gelmiyor, Muaviye ise hafif bir yarayla kurtuluyordu. Bütün
suikastçiler zehirli kılıç kullanıyorlar ve bu zehir bir tek Hz. Ali üzerinde
tesirini gösteriyordu. El Taberi Muaviye’ye yapılan suikasti şöyle anlatıyor.
“Mübarek bin Abdullah
Şam’da bekliyordu. Hz. Muaviye, mescide geldi. Halk ayağa kalktı, Mübarek bin
Abdullah’da ayağa kalktı ve Muaviye’nin ardından yürüdü. Hz. Muaviye namaza
durunca o da kılıcını kaldırdı, başına vurmak istedi. Fakat kılıç Hz.
Muaviye’nin sağrısında yumuşak ete geldi. Kemiğe kadar kesti, Muaviye düştü.
Mübarek bin Abdullah’ı yakaladılar, Muaviye’yi de evine götürdüler. O gün
namazda 5 kişi imamlık yaptı.
Muaviye evine gelince
Mübarek bin Abdullah’ı getirdiler. Ona ;
§
Bu işi niye yaptın? diye sordular.
§
Beni öldürmeyin ki size iyi bir haber, müjde vereyim
dedi. Sonra şu sırrı açıkladı.
§
Biz üç kişiydik, bu gün için söz birliği ettik.
Birimiz seni öldürmek, birimiz Ali’yi, birimiz ise Amr bin As’ı öldürmek üzere
söz birliği ettik. Ama ben muvaffak olamadım, rast gelmedi dedi.
Bunun üzerine Muaviye
onu hapse attırdı ve katlettirdi. Hekim çağırttı, “Beni tedavi et” dedi. Hekim;
§
Bu kılıcı zehirle sulamışlar, yaranın içinden bu
zehiri almak için yaranın yerini kızgın demirle dağlamaktan başka çare yoktur.
Ta ki o ateş demir yarayı ve zehirli ağuyu yaksın, yaran içinden gitsin, yok
etsin. Ya da bir şerbet vereyim ki içesin zehiri yok etsin, ama o zaman senin
erkeklik gücün senden gider. Artık ne oğlun, ne de kızın olur dedi.
Hz. Muaviye;
§
Ben ateşe dayanamam, şimdi iki oğlum var, biri Yezit,
biri Abdullah’ı Ekber. Bunlardan sonra oğlum, kızım olmazsa da kaygı duymam
dedi.
Hemen o şerbeti içti,
bir zaman sonra iyileşip kurtuldu.” 14
Bugünden bakınca ve o
tarihi okuyunca aslında bunun bir mizansen olduğu o kadar açık olarak duruyor
ki, Hariciler gibi acımasız ve suikast işinde kuvvetli bir grup plan yapıyor üç
kişiye saldırıyor. Ne tesadüf ki Arapların, Bizanslılardan öğrendiği zehirli
silahlarla saldırıyorlar, sadece Hz. Ali şehid oluyor, Amr’ın o gün ne hikmetse
ağrıları tutuyor, Muaviye içinde yukarıdaki gibi bir mizansen yaşanıyor. Bana
göre bu işi Muaviye ve Amr’ın birlikte planlayıp yapmaları ihtimali çok yüksek,
nitekim Hz. Ali’nin vefatından sonra halka içi soğumuş, babasının katlinden
sonra her şeye küsmüş olan Hz. Hasan’ı kendinden sonra Halife olacağı şeklinde
söz verip de zehirletmiş ve oğlu Yezid’in önünü açmıştır. Romalıların ve
Bizanslıların saraylarında sıkça kullanılan zehir Muaviye ve Amr yoluyla İslam
dünyasına da taşınıyordu.
Görüldüğü gibi İmam
Ali şehid edilince artık hilafet dönemi bitmiş saltanat dönemi başlamıştı.
Ümeyye oğulları artık iktidarın sahibi de olmuşlardı. Şimdi bir tek bilginin
yani dinin tekele alınması işi kalmıştı.
Bu aslında o kadar
kolay olmadı ve olmayacaktı çünkü din Allah’ındı. İktidar ve servet dünyevi
şeylerdi, el değiştirmesi kolaydı ama din Allah’ındı ve onun koruması
altındaydı. Nitekim bilgi her boğulmaya çalışıldığı anda kendisine yeni bir
mecra buldu ve tekrardan fışkırdı. İktidarlar o günde bugünde bunu boğmaya ve
kendi tekellerine almaya çalıştılar ama şüphesiz ki Rabbi’min hesabı onlardan
daha çetindi. O yüzden bir türlü istediklerine muvaffak olamadılar. Buna bir
türlü muvaffak da olamayacaklardır, şüphesiz ki en doğrusunu Allah bilir.
1 Ali Şeriati, Ali, s.104
2 Lesley Hazleton, Peygamberden sonra, s.107
3 Lesley Hazleton, Peygamberden sonra, s.110
4 Şehbenderzade Filibeli Ahmed Hilmi, İslam Tarihi, Hz. Ali’nin hilafeti, s.349
5 Tarih-i Taberi, 4. Cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Sıffin Olayı s. 36
6 Tarih-i Taberi, 4. cilt Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Sıffin Olayı s. 39
7 Tarih-i Taberi, 4. Cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Sıffin Olayı s. 44
8 Tarih-i Taberi, 4. Cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Sıffin Olayı s. 45
9 Tarih-i Taberi,4. Cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Sıffin Olayı s. 46
10 Tarih-i Taberi, 4. Cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Haricilerin Hz. Ali ile cengi s. 52-53
11 Lesley Hazleton, Peygamberden sonra, s.142
12 Lesley Hazleton, Peygamberden sonra, s.144
13 Lesley Hazleton, Peygamberden sonra, s.145-146
14 Tarih-i Taberi, 4.cilt, Ebu Cafer Muhammed bin Cerir’üt Taberi, Hz. Ali’nin şehadeti s.67-68
* Kaynak: https://otekimahalle.wordpress.com/2015/02/18/ozgurluk-teolojisinin-imkanlari-uzerine-medet-ya-ali/